Faizi ayaklar altına almak… (2)

Sorun faizin kendisi mi yoksa faiz oranları mı?

Gündemdeki ekonomik sorunların başında yüksek faizler var. Hükümetimiz faiz oranlarının düşürülmesi amacıyla yoğun çaba harcıyor. Peki, sorunumuz faizlerin yüksek olması mı yoksa faizin kendisi mi? Sorunumuz daha düşük faizle borçlanıp daha fazla tüketmek mi, yoksa “yeterli olanı” hesaplayarak daha tutarlı ve sürdürülebilir bir iktisadi yaşam tasarlamak mı? İhtiraslarımıza gem vuramadığımızda buna cevap veren kredi piyasasının olmayışı mı bizi üzüyor, yoksa dara düştüğümüzde elimizden tutacak bir dost bulamayışımız mı? Zaten verilmemesi gereken bir kredi yüzünden evi, işyeri haciz memurlarıyla basılan bir sistemi mi korumaya mı çalışacağız, yoksa insanlara ihtirasları uğruna borçlanmamaları gerektiğini mi öğreteceğiz? İşte bu sorulara ekonominin kaynak kodlarına eğilmeden cevap veremeyiz. Kısacası yeni bir yazılım tasarlamadan mevcut işletim sistemini kullanarak faiz koridorundan çıkmamız pek mümkün görülmüyor.

Finansal kapitalist sistemin temelinde oldukça iyi tasarlanmış kredi piyasası vardır. Kredi piyasası bugüne kadar geliştirilen en etkin sömürü aracıdır. Kredi kavramı cazibesini tüketim ya da yatırım harcamalarına kaynak teşkil etmesinden alır. Geliriniz harcamalarınıza yetmediği takdirde borçlanma yoluna gidersiniz. Finansal kapitalist sistemde borçlanma aracı kredidir. Kredi piyasasının işlerliğini sağlayan da faizdir.

Faizin tasarrufları yatırıma veya tüketime yönlendirici iki önemli işlevi var. Ayrıca tasarrufları özendirici özelliğini de unutmamak gerekiyor. Bir ekonomide hem tasarrufu hem de yatırım ve tüketimi tek merkezden kontrol eden böylesine kullanışlı bir sistem dururken daha etkin araçlar geliştiremediğimiz takdirde faizi terk etmek sadece mütedeyyin kesimlerin tercihi olarak kalacaktır ki bunun da ekonomiye tesiri ihmal edilecek kadar azdır.

Kâr payı dağıtan katılım bankalarının benzeri güvence vermesine rağmen mevduat toplamada yaşadıkları güçlükler, kredi piyasasında gelişememeleriyle doğrudan ilgilidir. Zaten tasarruf açığı ve sermaye yetersizliği çeken İslam ülkelerinde kredi kalitesi düşük firma pazarına yönelmek rasyonel görülmüyor. Kuş her iki kanadını birlikte kullanarak yükselir. Hem tasarruf hem de yatırım piyasasını birlikte büyütmek zorundasınız. Bunu eş zamanlı yönetmede katılım bankalarının güçlük çektiği ortadadır.

Faizin gelir paylaşım mekanizması olarak kurgulanması, öngörülebilir olması ve teminata konu edilmesi nedeniyle bunu ikame edecek finansal ürünler geliştirmede zorlanıyoruz. Bu yüzden çoğumuz faizin günümüz koşullarında ortadan kaldırılamayacağını düşünüyor. Ama faizin zararlarını kabul etmeyen de yok. Bu zararlı alışkanlıktan kurtulamamak gibi bir şey… Öğrenilmiş çaresizlik. Söylediklerim kredi alan kesimler için daha çok geçerli. Diğer yandan parası olanlar da bankaya yatırdıkları mevduatların karşılığında yatırımlarını enflasyondan koruma dışında reel bir getiri elde edemediklerini düşünüyor. Bu durumda mevduat sahiplerinden ama daha çok kredi müşterilerinden kazanç sağlayan bankalar sistemden yararlanan temel aktörler oluyor. Kredi kullanan kesim sistemin en dramatik rolünü üsleniyor. Özellikle kriz dönemlerinde bankalara borçlarını ödeyemiyor. Bir süre sonra bankadan aldığı krediyi bir başka bankadan kredi çekerek ödemeye başlıyor ve battıkça batıyor. İşte bu yüzden faizsiz bir sistemin kurgusu üzerinde çalışmak, hem ekonomi yönetiminin hem de ekonomik birimlerin temel görevidir.

Hemen ifade edelim ki, ümitsizlik yok, çaresizlik yok. İleride yazacaklarım bu konuda oldukça sağlam alternatiflerin tasarlanmış olduğunu gözler önüne serecektir. Aslında sorunumuz, faizi ikame edecek finansal araçlara gerekli yasal zeminin hazırlanmayışı ve nitelikli insan kaynağının yetiştirilememesidir. Eğer bu iki önemli eksik giderilirse parasal kaynak temininde sorun yaşanmayacağını düşünüyorum.

Güncel verilere göre yaklaşık 2,5 Trilyon TL kredi kullanılıyoruz. Buna karşılık 2019 yılı sonu itibariyle ödeyeceğimiz tahmini faiz 370 Milyar TL olacak. Buna devletin ödeyeceği faizleri de eklersek 450 Milyar TL tutarında bir faiz yüküyle karşı karşıyayız. Yılda 80 Milyar dolarlık bir varlık transferi yaşanıyor. Milli gelirin yaklaşık %10’u faiz gideri olarak harcandığında ne yatırım ne de işsizliği önlemek için elde avuçta bir şey kalmıyor. Faiz ekonomiden tüm enerjiyi çekip alıyor. Varlık transferi olarak bilançolardaki el değiştirmeden söz etmiyorum. Hani “Borçlanarak geleceğimizden yemişiz.” diye bir serzeniş vardır ya… Asıl önemli nokta bunu idrak etmek. Zaman, yani ömür tekrar kazanılamayacak tek şeydir. Ama biz ömrümüzden severek isteyerek faiz yoluyla başkalarına ömür transfer ediyoruz da bunun farkında değiliz.

Üniversitelerimiz ise böylesine önemli bir konu üzerinde yeterli araştırma yapmıyor. YÖK Kütüphanesinde “faizsiz” anahtar kelimesi ile tarama yapıldığında çoğu yüksek lisans düzeyinde 40 kadar tez çıkıyor. Ekonomik güvenliğimizi tehdit eden böylesine önemli bir konuya kafa yormak akademik camiaya neden zor gelir? Anlayabilmiş değilim…  

Sonraki yazımda kredi alan kesimlere alternatif çözümler sunmaya çalışacağım.

Yorgan kısa ayak ne yapsın?

 

Sayın Ali Babacan, vatandaşın kredi kartı borcu çığ gibi büyüyüp, geri ödeme sorunları artınca, çareyi kredi kartına çeki düzen vermekte bulmuştu.  Kredi kartlarında geri ödeme zorluğu yaşanmasın diye asgari ödeme sınırını % 25’ten % 40’a yükseltmiş, taksit sayısını 9’a indirmişti. Böylece tüketim dizginlenecek ve vatandaş daha az borçlanacaktı.

Aslında doğru bir düzenleme yapılmıştı. Türkiye gibi gelecekten harcamaya alışmış bir ülkede, kredili alış veriş kolaylığının tüketim çılgınlığına dönüşmesi kaçınılmaz görülebilir. Ödeme günü gelip çattığında ise katlanan borçlar yüzünden kredi kartı mağdurları oluşuyor. Herhalde Kredi kartı mağduru lafını tek kullanan ülke biziz. Çek mağduru, kredi kartı mağduru…  Ayağımızı yorgana göre uzatamıyoruz vesselam. Bir bakıma yorgan mağduru… Yorgan kısa ayak ne yapsın?

İşte yapılan bu düzenlemeyle enflasyonun dizginlenmesinin yanı sıra kredi kartı mağdurlarının oluşmasının da önüne geçilmişti.

Ancak bu önlemlere esnaflar da Bankalar da sıcak bakmamıştı. Ne var ki, bizim bankacılık sektörü her yeni duruma süratle uyum sağlayarak kazancını korumayı başarır. Yine öyle oldu…

Ekonomi yönetimi kredi kartı taksit sayısını sınırlandıra dursun, Bankalar bu önlemleri boşa çıkaracak yeni araçları çoktan geliştirmişti. Hatta ekonomi yönetimi farkında olmadan Bankaların ekmeğine yağ sürmüş oldu.

Günümüzde taksit kolaylığı Bankalar tarafından sağlanıyor. Tüketiciler kredi kartlarıyla tek çekim yaptıklarında mağazalar yerine Bankalar taksitlendirme seçeneği sunuyor. Cep telefonunuza bir mesaj geliyor, alışverişinizde alamadığınız taksit imkânını Banka sunuyor. Tek fark aylık % 2 faizle…

Bankaların faizli taksitlendirme seçeneği bu örnekle sınırlı kalmıyor. Diyelim kredi ekstrenizin asgarisini yatırdınız. Bankanız size geri kalan borcunuzu yine aylık % 2 faizle taksitlendirme seçeneği sunuyor.

Oysa kredi kartının asıl amacı tüketiciye faizsiz taksitlendirme kolaylığı sağlamaktır. Bankalar bu işten sadece komisyon kazanmalıdır. Tüketiciyi bu yolla kredi müşterisi haline getirmeleri son derece yanlıştır. Ayrıca kredi kartlarına uygulanan faiz de çok yüksektir.

Aslında bu duruma müdahale etmesi gereken BDDK, tüm bağımsız kurullar gibi ikilem yaşıyor. Bir taraftan Bankalara sahip çıkmak zorunda… Zira zarar eden Banka, ekonominin genelini tehdit edebilir. Öte yandan tüketicileri korumak zorunda. Şimdi bu durumda Bankalara yaptırım uygulasa, sektör gelir kaybına uğrayacak. Sessiz kalsa, yüksek faizle kredilendirilen tüketici mağdur oluyor.  İşte bu yüzden Kredi kartları ve benzeri konularda siyasi iradenin devreye girmesi gerekiyor.