Yeni bir teşvik sistemine ihtiyacımız var mı?

Teşvik deyince aklımıza ilk gelen, vergi ve benzeri kamu alacaklarına indirim ve istisna sağlanmasıdır. Bazı hibe ve yardımları da buna ilave edebiliriz.

Türkiye’de yatırımların ve istihdamın teşvikleri oldukça eskiye dayanır. Daha çok bölgesel gelişmişlik farkları dikkate alınarak hazırlanan teşvik mevzuatımızın amaç setini günümüz koşullarına uyarlamak gerekiyor.

Yatırım kararlarının rekabet koşulları dikkate alınarak hazırlanan bir fizibiliteye dayandırılması esastır. Teşvik modelinin de rekabetçi bir ekonomi için geliştirilmesi ve üç temel noktaya dayanması gerekir.

Birincisi dünyadaki gelişmelere duyarlı yeni bir yatırım iklimi oluşturmaktır. Artık çoğu girişimci, vergi indirimi, sgk primi gibi desteklere bakarak yatırım kararı vermiyor. Zira vergi ödemek yerine yatırım yapmak sürdürülebilir değil. Örneğin çoğu sektörde kapasite fazlası var. Ayrıca ikinci ve üçüncü nesil firma sahipleri üzerinde bir araştırma yapılsa, kuşakların yatırım ve işletme konularına farklı yaklaştıkları görülecektir. Bu kuşak çatışması bile yatırımların frenlenmesi için yeterlidir. O halde yeni girişimcilere ve bunun için de risk sermayesine ihtiyacımız olacaktır.

Ancak ülkemizde yeni yatırımların riskini paylaşacak finansman bulmak oldukça zordur. Yatırımcılar doğal olarak uzun vadeli finansman ihtiyacı duyarlar. Bunu sağlayacak olan yatırım ve kalkınma bankalarının sektördeki payı ise yüzde beş civarındadır. Bu sorun maalesef göz ardı edilmektedir. Ticari bankaların kısa vadeli kaynak yapısı uzun vadeli kredi taleplerine elbette cevap veremez. O halde finans sektörünün yatırım finansmanı konusunda yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Bu önemli bir reform alanıdır. Yatırım Bankaları dışında Katılım Bankaları ve İslami Sermaye piyasalarında geliştirilecek finansal ürünlerle kaynak bulmada zorluk çeken girişimcilere yatırım finansmanı sağlanmalıdır.

Faiz desteği ve KGF uygulamaları ekonomide finansman maliyetini özel sektörden kamuya transfer etmektedir. Bu yaklaşım adil olmadığı gibi, doğru ve sürdürülebilir değildir. Bunların yerine risk ve getiri ilişkisinin gözetildiği sermaye piyasaları rol almalıdır.

Teşvik modelinin ikinci ayağında işletme dönemi maliyet unsurlarının desteklenmesi yer alır. Türkiye’de işletme maliyetleri, hükümetimizin aldığı önlemlerle düşürülmeye çalışılmıştır. Ne var ki döviz kurlarındaki artış ve Covid 19 salgınının uluslararası ticarete konu girdiler üzerinde oluşturduğu yükler nedeniyle teşvik ve desteklerin etkinliğini azalmıştır. Satışların azaldığı bir ortamda girişimciler daha çok işçi çalıştırmayı göze alamadığı gibi yatırım da yapmamaktadır.

Bu aşamada kamu finansman açığını daha fazla artırmadan ürün ve hizmet pazarlamasında devletin alacağı en önemli rol, e-ticaretin geliştirilmesi ve desteklenmesine ilişkin olacaktır. Dünya’da dijital pazarlama geliştikçe bu alanda uluslararası e-ticaret ağlarına Türk mallarının girmesi de oldukça stratejik bir çaba gerektirmektedir. Devlet yardımlarının bu noktada yeterli olduğunu söylemek zordur. Pazaryerlerine üyelik desteklerinin böylesine uzun soluklu ve maliyetli bir alanda yeterli olmayacağı açıktır. Ayrıca işçilerin mali ve sosyal haklarını zedelemeden işletmelere farklı araçlarla destek sağlanmalıdır. İşsizlik fonu daha çok işveren ve devlet katkılarıyla oluştuğuna göre işçiler işten çıkarılmadan kullanılmalıdır. Bunun için işsizlik fonu, İstihdam ve İşsizlik Fonu adı altında yeniden yapılandırılmalıdır.

Teşvik sisteminin üçüncü ve en önemli ayağı firmaların yenilenme süreciyle ilgilidir. Biz bu yenilenme çabalarını AR-GE başlığında topluyoruz. Türkiye’de Üniversite-Sanayi işbirliğini sağlamaya dönük teşvikler veriyoruz. Böylece yeni ürünler meydana getirmeye çalışıyoruz. Tüm bu faaliyetleri teknoloji merkezlerinde, Teknoparklarda, AR-GE Merkezlerinde sürdürüyoruz. Miyarlarca TL bu amaçla kullanılıyor. AR-GE faaliyetlerine verilen destekten elde edilmesini beklediğimiz sonuç, o ürünün piyasaya sürülmesi ve talep görmesidir. Yani ticarileşmesidir.   Peki bunca verilen teşvik ve desteğe rağmen yeni ürünlerimiz piyasalarda alıcı bulabilmekte midir? Bu alanda verilen teşvik ve desteklerin ölçülmesinde yarar vardır.

Buluşların ticarileşmesi o kadar kolay olmuyor. Buna ilişkin değerlendirmeler Türk Patent ve Marka Kurumunca yapılmalıdır. Peygamberimiz “İlim Çin’de de olsa gidip alınız.” Diyor. “İlim Mümin’in yitik malıdır nerede bulsa alır.” Diyor… Öyleyse AR-GE dünyanın neresinde yapılırsa yapılsın, onu ticarileştiren Türk müteşebbisler olmalıdır.

Güzel, bereketli, sağlıklı bir hafta geçirmeniz dileğiyle…

Bir yanıt yazın