Geçtiğimiz Cuma Diyanet İşleri “riba-faiz” konusunu ele alan bir hutbe okuttu. Böylece son yılların en önemli çıkışlarından birini gerçekleştirdi ve yeni tartışmaların fitilini ateşledi. Ümit etmek isteriz ki, bu işi burada bırakmaz. Asıl bundan sonra yapılması gereken; İslam İktisadı konusunda seri konferanslar düzenleyerek ekonomi yönetiminin alacağı kararlarda sadece Müslümanlar adına değil insanlık adına da yol göstermesidir.
Kanaatimce faiz sorununu borçlanmadan ayrı düşünemeyeceğimize göre, faizi yasaklayan İslam’ın borçlanma konusuna nasıl yaklaştığını bilmemiz gerekiyor. Belki de kritik hata; faizin haram olduğunu teyit ederken borçlanmanın helal yolları hakkında bilgi vermemek ve daha da önemlisi bu bilgiyi yaşama geçiren kurumları inşaa edememektir.
Günümüzde Müslümanların yüzleşmeleri gereken sorunların başında ekonomik anlayışları gelmektedir. Ayırt edici karakterimizin temelinde yer alan İslam ekonomisi, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu karşısında neredeyse 600 yıldır hiçbir ilerleme kaydetmedi. Başta ülkemiz ve diğer İslam coğrafyasında ekonomik sistemin liberal anlayışa teslim edilmesi, İslam’ın eksikliği değil, Müslümanların ihmal ve kusurundan kaynaklanmaktadır. Zaten kaynak ihtiyacı olan bu ülkeler, 150 yıldır zengin batının eline düşmüş durumda. Kısıtlı ama pahalı borçlanma ilişkisi, İslam ülkelerini arzu edilen kalkınma düzeyine taşıyamıyor.
Temel sorun, iktisada bakış açımızdan kaynaklanıyor. Gitgide kendi kültürümüzden uzaklaşmamız ve batı toplumunu örnek almamız sonucu, israf eden, infak etmeyen, karz-ı haseni unutan ve ortaklık yerine banka kredilerine yönelen bir toplum haline geldik. Faiz kanıksandı. Zekât müesseseleşemedi, kişisel yardım düzeyinde kaldı. Kendi öz cevherimizi söndürdük, rehberimizi kaybettik. Sonuç olarak, batı kapitalizminin sınır tanımayan tüm kurum ve kuralları Müslüman toplumlar için tam bir teslimiyet içinde uygulanır hale geldi.
Ne yazık ki, kapitalizm toplumları çürütüyor ve iktisadi buhranın temellerini hazırlıyor. Ne bireysel ne de toplumsal düzeyde kalıcı bir çözüm üretmiyor. Bu yüzyılın en önemli başlıklarından birinin “sürdürülebilir kalkınma” olması tesadüfi değil. Buna rağmen kimsenin bu gerçekle esaslı bir yüzleşme niyetinde olmadığı görülüyor. Refah göstergesi haline dönüştürdüğümüz tüketim çılgınlığının yer küreyi çöplük haline getirmesini gözardı ediyoruz. Dahası israfın kaynağı olarak faize dayalı borçlanmanın bizleri her geçen gün sömürücü kapitalizmin tutsağı haline dönüştürdüğünü algılamıyoruz bile… “Adalet” kavramı ne sosyal ne de iktisadi yaşantımızın içinde yer bulabiliyor. Sonuçta güçlünün zayıf üzerindeki hakimiyeti her gün daha da pekişiyor.
Eğer müslüman toplumlar kendilerini yeni bir dünya kurma konusunda istekli bulurlarsa önümüzdeki on yıl içerisinde İslami Finans araçlarını geliştirip yaygınlaştırabilirler. Bugün İslami finans merkezi olarak Londra’nın önde gelmesi, Malezya’nın samimi çabaları ve Dubai üçgenindeki gelişmeler yakın gelecekte 5 Trilyon Dolar düzeyinde olacağı tahmin edilen İslami fonların yönetim merkezleri olacak.
Bu sürece yakın ilgi gösteren İstanbul ise henüz çok küçük bir miktarı -35 Milyar Dolar- Katılım Bankalarında tutabiliyor. Türkiye, finansman açığı olan ve bu yüzden dışarıdan fon sağlamak zorunda bir ülke. Ayrıca, ticari bankacılığın yaygın olarak yerleştiği bir ülke. Katılım Bankalarının mazisi 25 yıllık bir geçmişe sahip. Aktif büyüklüğü sektör ortalamasının yüzde 5’i civarında. Ancak, en azından bugün daha fazla fonu çekmeye çalışıyor. Bu yönde gelişmeleri daha hızlı takip etme anlayışına sahip durumda. AK Parti Hükümeti’nin en önemli projelerinden biri İstanbul’un “Finans Merkezi” olması. Bu projenin önemli ayaklarından biri de İslami Finans kurumlarının İstanbul’a daha yoğun ilgi göstermesi.
Tartışmamız gereken konular hem güncel hem de köklü araştırma yapılması gereken konular… Örneğin; İslam’a göre kredi, borç, ortaklık gibi terimlere nasıl bakmalıyız? Müslümanlar kendi aralarında bir finans kurumu teşekkül ettirip faizsiz borç alıp verebilir mi? Bugün Katılım Bankaları tarafından sağlanan krediler olması gerektiği gibi midir? Ya da Müslümanların borç alıp verme sorununu çözebilmekte midir? Müslümanlar, mevcut finans sistemine tamamen teslim olarak neler kaybetmektedir? Ya da hiçbir koşulda finans kurumlarına bulaşmadan yaşamak zorunda kalan kesimler gerilemekte midir? İslami kültürümüzün karz-ı hasen olarak nitelendirdiği borç verme ilişkisi günümüzde ne kadar uygulanabiliyor? Uygulanmamasının nedenleri neler? Gerçekten faizsiz bir ekonomik sistem kurulabilir mi? Düalist bir yapı içerisinde birbirine karışmadan hem kapitalizm hem İslami finans yürütülebilir mi? İşte bu soruların cevaplarını aramak ve aydınlatıcı bilgiyi paylaşmak amacıyla önümüzdeki haftadan itibaren yeni bir yazı dizisine başlıyoruz.
Doru sorularla baslamis, multesem bir yazi olarak deerlendiriyorum.Tebrikler.Su tehlikeye de dikkate getirmek isterim:Cok fazla bu konularda konusuluyor.Sizinki onlara benzemiyor ama bu girisimin bir aksiyon insiyatifiyle devam etmesi lazim.En basitinden birkac kisi arasinda bile olsa bir borc-alacak, sigorta, orklik denemesinin yapilmasi lazim.Sahsen basinda bulundugum kurumlardaki gorevlerimi devretmeseydim, su anbu fikri hayata gecirmeyi denerdim. Cok basit de olsa bunun denenmesi lazim bana gore. Muteakip yazilarinizdan da haberdar ederseniz memnun olurum. Mailimin paylasilmasinda sorun yok. Hatta bir whatsApp hattiyla haberdar edilmeyi de dilerim.
Risk Sermayesi.Melek Yatırım Fonları Katilim. Bankacılığı gibi enstrümanları daha etkin ve yaygın kullanmak gerekir.İslâm Kalkınma Bankası gerçekçi bir fonksiyon icra edebilir. Diyanet Vakfı çok amaçlı bir fon kurumunu iktisadi kalkınma amaçlı kurabilir.