Türkiye, yarım asırdır Avrupa Birliği’ne üyelik hayali kuruyor. Dış ve iç politikamızı tamamen bu hayalle şekillendirdik. AB üyeliği için ne gerekiyorsa yaptık. Bizim onlardan beklediğimiz, onların bizden beklediğinden daha azdı. Anayasa başta olmak üzere tüm mevzuatımızı AB normlarına uygun hale getirdik. Ama olmadı…
İran ise, Ortadoğu’ya yöneldi. Mezhepsel bağlarını kullanarak nüfuzunu genişletti. Irak, Suriye ve Lübnan’ın dış politikasını belirleyebilecek güce erişti. Kendi askerlerini bölgeye sevk etti. Hizbullah üzerinden örtülü biçimde İsrail’le savaştı. Kısacası her türlü riske girerek Ortadoğu’ya yön vermeye çalıştı ve çalışıyor. Yemen’den S. Arabistan’a kadar tüm bölgede varlığını gösteriyor. Batılılar dışladıkça Rusya ve Çin’le öylesine sıkı ilişkiler geliştirdi ki, tüm ambargolara rağmen ayakta kalmayı başardı.
İran, Rusya ve Çin’le kurduğu ilişkileri Ortadoğu denkleminde kullanarak hızla güven oluşturuyor. Girdiği ittifaklarla Ortadoğu için savaşmaya hazır olduğunu hissettiriyor. Ama aynı Ortadoğu, bize bu güveni duymadı, duyamadı. Çünkü onlar için risk alabileceğimizi düşünmüyorlardı. İnsanlar gerektiğinde birbirlerine canlarını mallarını emanet ederler. Toplumlar da bireyler gibi birbirlerine destek olmak için savaşı göze alabilirler. Tıpkı Birinci Dünya Savaşı’nda, Asyalı, Ortadoğulu, Kuzey Afrikalı Müslümanların Çanakkale’de bizim için ölümü göze aldıkları gibi.
Ortadoğu için yaklaşık bir asırdır kılımızı kıpırdatmadığımız ortada. Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın “one minute” çıkışı ve ardından İHH’nın Mavi Marmara’yla Gazze için ölümü göze almasına kadar bu böyle devam etti. Mavi Marmara olayı Türkiye’nin Ortadoğu için bazı riskleri göze alabileceğini göstermesi bakımından önemlidir. Böylece Ortadoğu’da bir asır boyunca kaybettiğimiz güveni yeniden kazanmaya başladık.
O günleri hatırlayalım… Tayyip Erdoğan’ın bu ezber bozan hareketi bizim eski diplomatları endişelendirmişti. “Eyvah” dediler, artık başımıza bela yağacak. Haklıydılar. O gün bu gündür her türlü entrikayla karşı karşıyayız. Demek ki, işin sırrı Ortadoğu’da gizliymiş. Değişen tek şey Türkiye’nin Ortadoğu politikasıydı. Batılıların karmaşık Ortadoğu hesaplarında Türkiye’nin rolü “sıfır sorun” çıkarmasıydı. Oysa henüz Amerika kıtası keşfedilmemişken Osmanlı Devleti Ortadoğu’yu yönetiyordu. Ne hazindir ki, batılıların istediği gibi davrandık. Batı hayranlığıyla yetişen nesiller için Ortadoğu bataklıktı. Kimse “madem Ortadoğu bataklık, burada ABD’nin, İngiltere’nin, Fransa’nın ne işi var?” diye sormadı. Biz gönüllü biçimde kendimizi Ortadoğu’dan tecrit ederken, onlar büsbütün Ortadoğu’yu ele geçirdiler. Onların istediği davranmamıza rağmen üzerimize oynadıkları oyundan kurtulamadık. Teröristlerle iş birliğinden kaçınmadıkları gibi, Türklerin, Arapların, Perslerin devletlerine de saldırmaktan çekinmediler.
Bizi gaflet uykusundan uyandıran Recep Tayyip Erdoğan’a “bizi niye uyandırdın!” diye kızanlar, “Suriyeli 3 Milyon korunmaya muhtaç insanı niye ülkemize soktun?” diye soranlar olabilir. “Şimdi DEAŞ’la, PYD’yle savaşmanın gereği var mıydı?” diyenler bile olabilir. Bu arkadaşlara bizim de bir sözümüz olacak: “Bu aymazlığınıza rağmen bu ülkede yaşadığınız için çok şanslısınız, ama biz sizin yerinize de bedel ödediğimiz için aynı şansı paylaşmıyoruz…”
Bu gaflet uykusundan uyanmanın bedelini FETÖ-PKK ve diğer terör örgütleriyle ödetmeye çalışan batıya da şöyle sesleniyoruz; “artık uykularınızı kaçıracak kadar uyanığız…”