TL bolluğu dolar kıtlığı

Ekonomik göstergelerin de tıpkı bir canlıda olduğu gibi, kimi zaman ritimleri bozuluyor sonra müdahaleyle yeniden düzeliyor. En gelişmiş ekonomisinden en geri kalmışına kadar mutlaka denge hali bozuluyor ve yeniden kuruluyor. Hatta gelişmekte olan ülkelerde bu ritim bozuklukları daha sık yaşanıyor. Zira büyüme evresi tıpkı ergenlik çağı gibi sorunlu geçiyor. Geri kalmış ülkelerde, sert çıkış ve inişler olmuyor. Zira yoksulluğun olduğu yerde her şey daha yavaş ilerliyor. Gelişmiş ülkelerde de bir oturmuşluk var…

Doların yükselişi üzerine çok şey yazıldı, çizildi. Ben de bunun nedenleri üzerine daha önce bir yazı yazmış ve vatandaşın döviz satarak dolardaki artışı engelleyemeyeceğini ifade etmiştim. Ama bugün yapılan değerlendirmelere baktığımda, bu artışın nedenleri üzerinde daha fazla durmanın yararlı olacağını düşünüyorum.

Şimdi sizi 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarına ve Türkiye’nin koalisyon riskiyle karşı karşıya kaldığı o günlere götüreceğim. Doların kopma noktasını ilgilendirdiği için biraz sabretmeniz ve o günkü koşulları hatırlamanız gerekiyor.

7 Haziran’da, 13 yıllık aradan sonra ilk kez AK Parti’nin tek başına iktidardan düşme riski ortaya çıkmıştı. Kısa bir süre koalisyon müzakereleri olduysa da sonuç alınamayacağı anlaşılınca seçimlerin yenilenmesine karar verildi. AK Parti işte tam bu esnada muhalefet tarafından dile getirilen vaatlerin seçmen tarafından ciddiye alındığını görerek benzeri vaatleri seçim beyannamesine koydu. Sakın bu söylediklerim özellikle Sözcü gazetesi gibi muhalif basın tarafından çarpıtılmasın. Zira bu değerlendirmeden muhalefetin pespayeliği dışında bir sonuç çıkmaz. Seçmenimiz, muhalefetin vaatlerini bile AK Parti’nin gerçekleştirmesini istemiştir, o kadar.

Gerçekten de asgari ücretten, emekli maaşlarına, kamu yatırımlarından, özel kesim faiz desteklerine kadar bir dizi vaat seçim beyannamesine konuldu ve ardından 1 Kasım seçimlerinde beklendiği gibi AK Parti yeniden tek başına iktidara geldi.

Bu vaatler, Bütçe içerisinde önemli düzeyde yük teşkil edecek ve doğal olarak parasal tabanı genişletecekti. Gelir dağılımında önemli ölçüde iyileşme sağlanırken, izlenen Maliye politikasının Para politikasına etkilerinin olacağı açıktı.

Merkez Bankası verilerine göre geçen yıldan bu yana parasal genişleme yaklaşık %20 civarında gerçekleşmiş. BDDK verilerine göre bankalardaki Döviz Tevdiat hesaplarında yaklaşık %-6’lık bir gerileme var. Yani döviz azalırken TL çoğalmış. Bu durumda %20 oranındaki dolar artışını neden başka sebeplerde arıyoruz ki? Dolar kuru 2016 başında 2,94 TL, yıl sonunda 3,54 seviyesinde…Dolardaki artış oranı %20, TL’deki Parasal genişleme %20…

TL’nin bu kadar bollaşması değer kaybını açıklayan nedenlerin başında geliyor ki, Merkez Bankası geçtiğimiz haftadan itibaren TL sıkılaşmasına gidiyor. Bir taraftan repo ihalesi açmıyor, diğer taraftan bankaların kullanacağı kredi limitlerini azaltıyor.

Buna rağmen dolar düşmemekte ısrarlı görünüyor. Ama bu seviyelerden daha fazla yukarı çıkması durumunda, Merkez Bankası’nın elinde spekülatörleri durduracak daha büyük silahları var. Bunları kullanmaktan çekinmeyecektir.

Gelelim faiz lobisinin faiz artırılması yönündeki baskısına. Doğrudur, yatırım fonları yaptıkları değerlendirmelerde “dolardaki yükselişi ancak Merkez Bankası’nın yüksek oranlı faiz artırımının düşürebileceğini” ifade ediyorlar. Böylece dolara olan talebin azalacağını ve TL’nin yeniden değerleneceğini öngörüyorlar. Evet, kısa vadede bu söyledikleri olur ama uzun vadede daha büyük devalüasyonla boğuşmak zorunda kalırız. Oysa şu anda bu sarmaldan kurtulmak için doğrusunu yapıyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızın faiz oranlarını düşürme konusundaki baskısı kısa vadede olumsuz gibi görünse de uzun vadede Türkiye’yi sıcak paranın spekülatif hareketlerinden ve vurgunlarından koruyacaktır. Diren Erdoğan, diyorum.

Ayrıca, faizler neden artsın ki? Bakın sizin için çok ilginç veriler topladım. Özellikle Ekim 2015 tarihinden itibaren TL mevduatındaki artış dikkat çekiyor. Vatandaş döviz bozdurmuş TL’ye yatırmış, neden? Faizler yüksek diye…

Oysa bize yutturulmak istenen neydi? Faizler düşük, bu yüzden yabancı fonlar belirsizlik var bahanesiyle sermayelerini geri çekecekler. Buyursunlar çeksinler… Daha yüksek faiz veren bir yer varsa gitsinler. Gidemezler, hele bu saatten sonra bu onlara çok pahalıya patlar. Bozdurdukları kurdan tekrar dolar satın almaları mümkün değil… Gitseler de çok geçmeden gelecekler.

Öte yandan Türkiye’nin döviz ihtiyacı her geçen gün azalıyor. İthalatın ihracatı karşılama oranı yükseliyor. Ayrıca, Enerji Bakanımız Berat Albayrak enerji maliyetlerini düşürücü birçok girişimde bulundu. Diğer yandan dolar talebini azaltacak önlemler de kurumlarımızın TL’ye geçişiyle sağlanıyor. Elbette daha atılacak çok adım, alınacak çok önlem var. Bunları da birazdan paylaşacağım.

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Rusya, Çin başta olmak üzere dolar dışında yerli para birimleriyle mübadele yapılması konusunda Merkez Bankaları’nın çalışmalara başladığını duyurdu. Bu gerçekten yıllardır dile getirdiğimiz bir modeldi. Çok şükür doların hükümranlığı sona eriyor. Ama asıl darbeyi biz tüketiciler olarak vurmalıyız ki, belini doğrultamasın.

Ben verilere dayanmayı severim. BDDK verilerine göre 188 Milyar dolar Döviz mevduatı var. Buna karşı 163 Milyar dolar döviz kredisi kullandırılmış. Yani artıdayız. Döviz kredisi kullanmak isteyen bu saatten sonra çıkar mı bilmem? Kredilerin %65’i, Türk Lirası üzerinden kullandırılıyor. Tüketici kredilerinin %99,9’u TL üzerinden kullandırılmış. Yani kendi paramızla borçlanıyor, kendi paramızla ödüyoruz. Bunu Sayın Ali Babacan Kamu Borçlanma politikasına da uyarlamıştı.

Merkez Bankası’nda yükümlülükleri fazlasıyla karşılayacak varlıklar var. Bu yönde bir sıkıntı yok. Dolar’ın TL’deki bolluğa tepki vermesini farklı entrikalara bağlayabiliriz. Ama ben bunun yerine gerçek veriler ışığında milletimizi aydınlatmanın doğru olduğunu düşünüyorum.

Gerçek kişilerin son hafta mevduat dağılımı ise şöyle; Türk Parası mevduatı %59, Yabancı Para %41 düzeyinde. Bu oranın kurlardaki gevşemeyle birlikte %70-%30 şeklinde yeniden oluşacağını söyleyebiliriz. Hazırladığım verilerin başlangıç tarihini 2013 Nisan ayına kadar götürdüm. Bunun nedeni, o tarihlerde ne “Gezi” olayları ne seçim baskısı ne FETÖ ne de PKK saldırıları söz konusuydu. Hatta IMF’den kurtulmanın sevincini, faiz oranlarındaki tarihi dip seviyelerin kıvancını yaşıyorduk. Bu noktayı milat kabul edersek daha sonraki gelişmeleri daha iyi anlarız. Bu dönemde dolar karşısında TL daha değerliydi. Bu yüzden mevduatımızın %68’ini Türk Lirasında %32’sini döviz hesabında tutuyorduk. Bugün en kötü koşullarda dahi Türk Lirasına güven devam ediyor. En iyiyle en kötü arasında %15 oranında bir değişim söz konusuysa bu yönetilemeyecek bir durum değildir.

Peki dolarla ilgili neler yapılmalı?

Aslında ekonomi yönetiminin yapması gereken, vatandaşın tasarrufunu nasıl değerlendireceğini etkilemekten çok, harcamalarını TL olarak yapmaları teşvik etmektir. Sayın Cumhurbaşkanımız düzeyinde, harcamalarımızda ithal ve lüks üründen kaçınmamız gerektiği konusunda çağrı da bulunulması hem insani hem de İslami açıdan çok yerinde olacaktır. Vatandaşımız döviz, altın, borsa ya da katılım hesabı açtırarak, belki de bunların hepsini aynı anda yaparak tasarruflarını değerlendirmek isteyebilir. Tasarruflar yatırımlarımız için kaynak teşkil ettiğine göre, ekonomik sistem içine giren ne kadar tasarruf aracı varsa kabulümüzdür.

Türk Parasının kanunla korunamayacağını rahmetli Özal bize öğretmişti. Ürünleriniz dünyaca tanınır ve rekabet edebilir düzeye ulaştığında Paranızın değerini gerçek anlamda koruyabilirsiniz. Günümüzde tükettiğimiz ürünlerin yüzde yüz yerli olmasını bekleyemeyiz. Ama bunların içindeki yerli oranını artırabiliriz.

Yıllar önce Bilgisayar şirketi yöneticisi “Biz de yerli bilgisayar üretimi için bazı adımlar atıyoruz.” dediğinde, sevinerek bu adımın ne olduğunu sormuştum. İşe karton ambalajıyla başladık demişti. Mesele herkesin bu iş kültürüyle ya da tüketim kültürüyle hareket etmesi.

Tüketici kredisi alırken %99,9 yerli para cinsinden borçlanıyoruz, bununla harcama yaparken %99,9 ithal ürün alıyoruz. Değişen nedir biliyor musunuz? Dövizle borçlanan sizin yerinize bankanın olması. Zira bu ürün için illa döviz bulunacak!

Tüketim harcamalarında ithal bağımlılığının yüksek olduğu ülkelerde döviz oynaklığının giderilememesi, ister istemez asıl soruna odaklanmamızı güçleştiriyor. Bunun yerine Merkez Bankası müdahalelerinden medet ummamıza neden oluyor. Ama bunun sonu yok. Hiçbir ekonomi doktrini, para politikasının tek başına kur istikrarını sağlayacağını iddia etmez. O halde daha köklü tedbirlere ihtiyacımız var. Bunların başında “yerli para, yerli mal” sloganın çevresinde bir tüketim kültürü oluşturmamız geliyor.

Kamu harcamalarında yerli ürün tercihinin daha çok teşvik edilmesi gerekiyor. Kamuya alınan lüks araçların yerli olanlarla değiştirilmesi inanın çok güzel bir başlangıç olabilir. Bunu özel sektör de pekâlâ yapabilir. Ben doğrudan bir markayı ya da ülkeyi hedef almak istemiyorum. Bunun yerine lüksten ve israftan kaçınmamız gerektiğini vurguluyorum. Bu sağlandığında ülkemizin tasarruf oranları yükselecek, daha düşük ve uzun vadeli kredi imkanları doğacak ve bunun sonucunda rekabetçi bir ülke olarak refah düzeyimiz artacaktır. Üstelik refah düzeyimizdeki bu artışı ne yükselen kurlar ne enflasyon ne de faiz oranlarındaki artış elimizden geri alamayacaktır.

Doğru paradigma budur…