Trump, Trump konuştu seçimi aldı…

ABD Başkanlık yarışında Trump hakkında öylesine olumsuz haberler yapıldı ki, onun dünyaya çarpacak bir meteor olduğunu düşündük. Aslında aynen göktaşı gibi geldi. Göstere göstere geldi ve kimse bir şey yapamadı. Kendi ülkesindeki medya organlarının bile yüzde 99’unun karşı çıktığı Trump’a, taciz ettiği tüm çevrelerden oy yağdı.
Trump’ın seçilme olasılığını düşük gösterenler, bugünlerde “ABD seçmeninin beklentilerini anlayamamışız “şeklinde özeleştiri yapıyor. Aslında herkes yol yakınken Trump’ın seçim kampanyası boyunca tepki aldığı söylemlerden vazgeçmesini bekliyor. Ne var ki, tepki topladığı seçim vaatlerini internet sitesinden teker teker silse de kendisini eleştiren çevreleri devletten tasfiye edeceği kesin.
Trump’ın seçilmesiyle “taç giyen baş akıllanır” atasözü yerini bulur mu, bilmiyoruz. Ancak, hayatı boyunca risk yönetmiş bir iş adamının ABD’yi de karşılaştığı risklerden koruması, bu uğurda radikal tedbirlere başvurması sürpriz olmayacaktır. Bunun sonucunda; ekonomik sarsıntıların şiddeti artabilir. Gümrük vergileriyle Çin’i ABD pazarından uzak tutması durumunda, dünyadaki büyüme oranları düşmeye devam edecektir. Vergi oranlarını düşürürken, kamu harcamalarını artırmak muhtemelen ABD bütçe açıklarını büyütecektir.
Dış Politika’ da radikal değişikliklere gidip gitmeyeceği henüz netlik kazanmadı ama söylemlerinde büyük çelişkiler olduğu görülüyor. Örneğin, Rusya’yla Ortadoğu’da daha fazla iş birliğine giderken Ukrayna’ya silah yardımını nasıl yapacağını bilmiyoruz.
Türkiye öncelikle iki konuda iş birliği yapmak istiyor. Birincisi, ABD’nin Irak ve Suriye’deki bölücü terör örgütlerine yardımı kesmesi, bu konuda müttefiki Türkiye’yle birlikte hareket etmesi. İkincisi, FETÖ elebaşının Türkiye’ye iade edilmesi. Kısa vadeli beklentilerimiz bunlar. Sanırım bu konuda Obama yönetiminin aksine Türkiye’yle daha yakın iş birliği içinde olmayı tercih edecektir. Fethullah Gülen’in iade ederek ilk adımı bu yönde atabilir. Türkiye’nin güvenini kazanması için bu şarttır.

Bankalar faiz oranlarını neden düşüremiyor?
AK Parti, üretici ve tüketicinin aynı gemide olduğunu gözeterek hareket etmiştir. Hükümet, üretici örgütleri kadar tüketici tepkilerine kulak verdiği için piyasa üzerinde gözetim ve denetim işlevlerini başarıyla yürütebilmiştir. Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere Sayın Başbakanımızın tüketici aleyhine oluşan faiz oranları hakkında ortaya koydukları tepkilere bu çerçevede bakmak gerekir.
Bugüne kadar bankacılık sektöründe büyük reformlar yapıldı. Bu sayede küresel finans krizi gibi büyük şoklar atlatılabildi. IMF’ye minnet etmeden kendi gücümüzle ayakta durmayı başardıysak, bunu AK Parti’nin ekonomi yönetimine borçluyuz.
Ancak, bankaların dört yapısal sorunu çözülmeden faiz oranlarını istenilen ölçüde düşürmemiz mümkün değil. Birincisi, yurtiçi tasarruflarımız düşük. Tasarrufların düşük olduğu bir piyasada faiz oranları düşmez. Eğer üstüne üstlük Türkiye’nin risk primi artıyorsa, dışarıdan ucuz kaynak bulma şansı da kalmaz.
İkincisi, yatırım bankacılığını geliştirmeden sanayicinin ihtiyacı olan kredi koşullarını sağlayamayız. Türkiye’de yatırım bankalarının sektördeki ağırlığı yüzde 12 seviyesinde. İhracat kredileri, Eximbank’ın oldukça sınırlı kaynaklarıyla desteklenebiliyor. Hal böyle olunca sanayici yatırım yapmakta zorlanıyor, ihracatçı yüksek faizle borçlanıyor.
Üçüncüsü, Bankalar reel sektörü tanımakta zorluk yaşıyor. Maalesef reel sektör kayıt dışı çalıştığı için gerçek durum mali tablolara yansımıyor. Bu durumda teminat dışında bir seçenek kalmıyor. Teminat aldığınız fabrika binası, ha deyince satılamadığı veya satılsa bile kelepir fiyattan alıcı bulabildiği için, gerçek değerleri ile kredi değeri arasındaki marj açılıyor. Yani 5 milyon TL değerindeki fabrika binası 2,5 Milyon TL krediye karşılık buluyor.
Dördüncüsü, yatırılan mevduatın vadesiyle, kullanılan kredinin vadesi arasında ciddi uyumsuzluk var. Üç aylık mevduat toplayıp, beş-on yıllık kredi açamazsınız. Ama Türkiye’deki Bankalar bunu yapmak zorunda. Ayrıca, Munzam karşılık oranlarınızın yüksek olması kaynak kullandırmanızı sınırlıyor.
Bu durumda Hükümetle bankaları ortak bir dilde buluşturmak için ne yapmalı?
Öncelikle Merkez Bankası ve BDDK para politikası araçlarının bankalara maliyetini gözden geçirmeli. Ayrıca, Hükümetin, sektörün uluslararası piyasalardan uzun vadeli ve düşük faizli borçlanması için çaba göstermesi gerekiyor. Bu sektördeki oyuncuların arkasında devletin olduğu hissettirilirse daha uygun koşullarda tahvil ihraç edilebilir. Bunun için illa Hazine garantisi gerekmez. Hazine dış finans çevrelerinde Bankaların yanında yer alsın yeter.
Bankaların da Hükümet ve iş dünyasından gelen eleştirilere kulak vermesi gerekiyor. Daha fazla finansal çeşitlilik ve menkul kıymetleştirmeye ihtiyaç var.
Son olarak tüketicilerin davranışlarıyla ilgili durum değerlendirmesi yapmamız gerekiyor. İhtiyaçlarımızla, ihtiraslarımızı birbirine karıştırıyoruz. Ne yazık ki, bizi yüksek faizle borçlanıp ödeme güçlüğüne götüren etkenler ihtiyaçlarımızdan değil, ihtiraslarımızdan kaynaklanıyor. Özetle, işimiz zor değil. Yeter ki sorunlarımızın çözümü için ortak dil geliştirmeye çalışalım.