Yabancı Sermaye’nin işçisine her gün 1 Mayıs…

İşçiler, emekçiler, 1 Mayıs İşçi Bayramınız kutlu olsun. Siz değer üreten ve her gün yeryüzüne bereket tohumları eken, alın teriyle kazanıp, onuruyla yaşayan güzel insanlarsınız.

Bugün her yıl olduğu gibi sermaye ve devlet düşmanlığının prim yaptığı bir gün. Ben de aykırı düşünceleri olan birisi olarak bugünü farklı değerlendirmek istedim. Öncelikle bu Bayram’da neden gerilim yaşanır bunu anlamaya çalışalım.

İşçi sınıfına sosyalizm refah getiremedi, çöktü ve yerini daha ılımlı sosyal adalet ve sosyal demokrasi gibi söylemlere bıraktı. Artık, işçileri çöken bir ideoloji uğruna ayaklandırmak mümkün değil. Ama etnik, mezhepsel ve siyasal kavramların keskinleştiği bölgemizde her fırsatı değerlendirmeye çalışan fitne odakları 1 Mayıs İşçi Bayramını da teröre kurban edebiliyor.

Üretimin bileşenleri temelde; sermaye ve emek olarak iki başlıkta toplanıyor. Sendikalar hak taleplerini işverenlerin kendilerine kolayca vermeyeceğini düşünüyor. Kesinlikle haklılar. İşverenler, işçilere verilen ücret ve sosyal hakların sürekli arttığından şikâyetçiler. Onlar da haklı. Hükümet, endüstriyel ilişkilerde arabuluculuk rolünün her geçen gün mali disiplini bozduğundan ve bunun sürdürülemeyeceğinden endişe duyuyor. Hükümet de haklı. İşte her kesim için gittikçe zorlaşan bir çalışma hayatı yapılanıyor. Taraflar, müzakere masalarında pazarlık marjlarının sonuna yaklaştıklarının farkında. Artık çalışma hayatında yeni bir dönemin eşiğindeyiz. Bu dönemde herkesin aynı tarafta olması gerekiyor. Yani çalışma ilişkilerinde bireysel riskler toplumsal risklerin habercisi olduğu kadar, toplumsal riskler de bireysel risklerin habercisi. O yüzden hem kendimizi hem de toplumu birlikte düşünmek zorundayız.

Çelişkiler yumağının içindeyiz…

Gelişmekte olan ülkelerde orta gelir tuzağından bahsedilir. Bunun anlamı, sektörlerin ileri aşamaya geçememesi ve ücretler başta olmak üzere kazançların geleneksel sektörlerin elverdiği sınırlarda kalması. Türkiye’de yabancı sermayeye sadece parası için değil, aynı zamanda niteliği ve orta gelir tuzağından kurtaracak işlere aşinalığı nedeniyle ihtiyaç duyuyoruz. Dış borçla yabancı sermayeyi karıştırmayın. Dış borç, finans sektörünün aracılığıyla ülkemize giriyor. Yabancı sermaye ise doğrudan şirketler üzerinden ve riskler göze alınarak giriyor. Gerçi ülkemizde yabancı sermaye öyle bizim yerli sermaye gibi gözü kara her yatırıma dalmıyor. Onlar hesaplarını uzun vadeli ve stratejik düşünerek yapıyorlar.

Türkiye’ye doğrudan yabancı sermaye, enerji, bankacılık, telekomünikasyon gibi sektörlere yönelik olarak geliyor. Bunlar dışarıya kapalı sektörler olduğu için, yabancı sermayenin ilgi odağındaki sektörler. Yani ülke dışından bu sektörlere müdahale söz konusu değil. Dışa kapalı sektörler. Mesela elektrik dışarıdan alınmıyor. Fiyatları içeride belirleniyor. Bankacılık faaliyetleri, telekomünikasyon desen yine fiyatlama iç piyasada yapılıyor. Dikkat ederseniz bu sektörler dışa kapalı olduğu kadar siyasetin de etki alanından çıkartılmış. Bu sektörlerde yabancı sermaye girişi özelleştirmeler sayesinde oluşabildi. Siyaset kurumu mülkünü özel sektöre, etkileme gücünü Bağımsız Düzenleme ve Denetleme Kurumlarına devretti. Bunu ideoloji çevresinde tartışırsak hamaset galip gelir. Yabancı düşmanlığı, sermaye nefretiyle birleşince söylemler keskinleşir ve tartışmayı büyük olasılıkla hamaset kazanır. Ama işin aslı öyle değil…

Mesela, buralarda çalışan işçiler her gün bayram ediyor. Yabancı yatırımcının işçisine her gün 1 Mayıs… Bir uluslararası firmada mı yoksa yerel bir firmada mı çalışmak istersiniz diye sorulsa muhtemelen işçilerin çoğunluğu yabancı sermayeyi tercih eder. Çünkü yabancı sermaye ülkemizde uygulanan kanunlara, sendikal ilişkilere çok daha duyarlı davranıyor. Maliye Bakanlığına sorsanız o da yabancı sermayeyi tercih eder. Tahsilat sıkıntısı yok, vergi kaçırma yok. Tüketiciye sorsanız o da yabancı firmanın ürünlerini almayı tercih eder. Hile yok, hurda yok. Şimdi bu ne yaman çelişkidir ki, yabancıların piyasamıza girmesine hem karşıyız hem onlarla birlikte çalışmayı tercih ediyoruz.

Eğer yerli firmalarımızı tercih edilir hale getiremezsek bu utanç verici çelişkiyi gideremeyiz. Ya da daha anlamlı bir yorum yapalım; yerli sermayemizi dış sermayenin sahip olduğu işletmecilik değerlerine, kültürüne taşıyabilirsek, dünyaya meydan okuruz.

Yapılacak şey belli… Dış firmalar gibi; çalışma ilişkilerine, kanunlara ve tüketicilere saygı duyacak ve bunu içselleştirip firma kültürü haline dönüştüreceğiz, o kadar…  

 

 

Bir yanıt yazın