Halkın öfkesi ve muhalefet gerçeği…

Muhalefeti yönlendiren büyük bir nefret koalisyonu var. Bunlar; ekonomik sorunlar yaşayan halkı, bölücü kimlik siyasetiyle ötekileştirilen seçmen kitlesini ince bir siyasetle öfke koalisyonuna dönüştürme çabasında.

Halkın farklı nedenlerle iktidara tepkisi olabilir. 20 yıldır ülkeyi yöneten iktidarın hiç mi hatası olmaz? Hiç mi yapamadığı, geç yaptığı, eksik yaptığı olmaz? Elbette olur ve halk buna öfke duyar. Ama muhalefet bu öfkeyi temsil etmekten çok uzak.

Örneğin CHP… Ekseriyetle Türkiye’nin en zengin kesiminin yaşadığı kıyı kentlerden, Kadıköy, Şişli, Çankaya gibi üst tabakanın yer aldığı bölgelerden oy alıyor. Buralarda gelir seviyesi ortalamanın üzerinde. Ekonomik krizlerden daha çok zenginleşerek çıkan çevreler buralarda yaşıyor. Bunların öfkesi gelir dağılımından kaynaklanabilir mi? Öfkenin kaynağında özgürlük de yok. İstedikleri gibi giyinip kuşanıyor, diledikleri gibi eğleniyorlar.

Kürt seçmen kitlesi üzerine en kanlı, en acımasız planlarla baskı uygulayan, onları huzursuz eden ve halkı kin, nefret ve düşmanlığa sevk eden HDP, materyalist ideolojik anlayışıyla ABD’nin güdümünde geliştirilen bir planın aktörüyken Türkiye’yi bölememenin dışında neyin öfkesini yaşıyor olabilir?

Yıllarca Başbakanlık, Bakanlık gibi görevlerde bulunan Babacan ve Davutoğlu ikilisi, kişisel makam ve itibar kayıplarından başka hangi öfkenin temsilcisi olabilir?

Öfke güçlü bir duygudur ve toplumu koruyan, geliştiren veya yoran, yıkıma sürükleyen sonuçlar doğurabilir.

Muhalefetin Tayyip Erdoğan’a öfke duymasına yönelik söylemleri sinsice bilinçaltında var olan patolojik hınç duygusunu harekete geçirmeye yönelik. Bu duyguyu istismar etmek için kasıtlı ve bilinçli bir propaganda yürütülüyor. İnsanı insandan soğutmak için yine insanın zaaflarından yararlanarak oluşturulan dürtüler harekete geçirilmeye çalışılıyor.

Halk, zayıf karakterli insanların ülkesine bir yarar sağlamayacağını aksine kendisine zarar vereceğini bilir. Uygarlığı geliştirecek insanların ise güçlü olmaları gerektiğine inanır. Türkiye yüzyılı bir uygarlık projesidir. Türkiye uygarlığı için adil, özgür ve eşitlikçi bir anlayışla yolumuza devam etmemiz gerekiyor. Bu yoldan dönüş yok. Öfke duyacaksak bizi yolumuzdan çevirmek isteyenlere, bölmek isteyenlere, gençlerimizi uyuşturucu batağına sürükleyenlere, ekonomimizi dışa bağımlı hale getirmek isteyenlere, savunmasız, onursuz yaşatmak isteyenlere ve batıya uşaklık edenlere duyalım. Hep birlikte öfke duyalım ve 14 Mayıs seçimlerine sandıkları patlatalım.

Tutun elimden…

Dostlar! bu nasıl deprem andırıyor kıyameti.
Kıyama kaldırdı göçerken yere doğru alemi.
Kimseye muhtaç değilken arar olduk el alemi.
Orda mısın gardaş tut elimi ben burdayım…

Tevekkül eder göçükte kurtarılmayı bekleyen,
Dışardakiyse isyanda hal böyle iken,
Aciz bir kul olduğumu böyle hatırlattı yaradan.
Yar’im tut elimi ben burdayım…

Enkaz altında karanlıkta biçareyim,
Soğuk düşmanım, gündüzler yarenim,
Acep bulurlar mı şimdi diye beklerim,
Ses ver gardaş tut elimden ben burdayım…

Beklemek tamam da açım ben.
Bari bir yudum su olsa da acımı kandırsam.
Ne güzel kalkardım hep uykumdan,
Su ver gardaş içim yandı ölümden…

Anam babam toprak altında,
Yalnız onlar mı kızım ve oğlum da,
İmanım sarsın yaramı kalan ömrümde,
Tut elimden kaldır beni Allah’ım…

Sağlam diye girdim göçen yuvama,
Bakmadım, baktırmadım bilene,
Şimdi köpekler arar bina üstünde,
Madenci gardaş yetiş tut elimden…

Çıktığımda göçük altından,
Anladım ki asıl dostlar gelmiş uzaktan,
Keşke anlasaydım bu depremin dilinden,
Maraş ovasına seslenirdim kaç diye…

İmtihan ağır üstümdeki yıkıktan,
Ne çare ki kurtuluş yok emir gelmeden nefesten,
Bu yükü taşımak için geçen hayattan,
Kalan bir parça içimdeki umuttur benim…

Tabipler tutsun elimden,
Kurtarsın beni ağrımdan sızımdan,
Yaşamak için bir neden umarım Mevla’dan,
Neden belli, artık halden anlarım…

15/Şubat/2023
Depremden kurtulan yaralı yüreklere ithaf olunur…
Hasan Fehmi Kinay

Merkez Bankası Faiz İndirimi ve Etkisi

Döviz piyasası faiz indirimine gereğinden fazla tepki veriyor. Aslında faiz kararından daha çok para arzının fiyatlanması gerekir. Henüz para arzında bir genişleme olmamışken bu telaş niye? Faiz indiriminin olma ihtimalini dahi aşırı fiyatlayan bir piyasayla karşı karşıyayız.

Dolar kurunun 50 günlük ortalaması 8,75 TL. 200 günlük ortalaması ise 8,25 TL seviyesinde. Olması gerekenden 1 TL daha fazla bedelle dolar almak isteyenler buyursun alsınlar.

Bankacılık sektörü faizlerin düşürülmesiyle birlikte daha efektif ve belirleyici olacaktır. Bankalarımızın likidite oranları güçlüdür. Hareketli türev piyasalardan reel sektöre kaynak artırarak işlevlerini daha iyi yerine getireceklerdir.

Ayrıca Yurtiçi ÜFE ile Dolar kuru artışını karşılaştırdığımızda 2021 yılı için reel olarak ürün fiyatlarının kurlardan daha fazla arttığını görüyoruz.Eğer kredi faizleri düşürülmeseydi üretici fiyatları salgın, kur ve faiz oranlarının etkisiyle daha da artacaktı.

Kamu kesiminin faiz giderleri azaldığında diğer alanlara daha fazla bütçeden pay ayrılacaktır. Daha da önemlisi özel sektörün mevcut borç yükü faiz oranları düştükçe azalacaktır. Desteklememiz gereken faiz indirimidir. Faiz artışının enflasyonu düşürdüğüne inanmak ilizyondur.

Ekonomimizi dolar kurlarına rehin veremeyiz. Keza faiz oranlarıyla büyük bir ekonomik sistem de yönetilemez. Faizsiz finans araçlarıyla güçlendirilmiş bir finans piyasası inşaa etmemiz gerekiyor. SPK bünyesinde ayrı bir İslami Finans Dairesi kurulmalıdır.

Dolar düşmesine rağmen gıda fiyatları neden düşmüyor?

Bugünlerde gıda enflasyonu tartışmaları gündemde ayrı bir yer işgal ediyor. Bunun bir nedeni de gıda fiyatlarındaki artışın sadece mutfak harcamalarıyla sınırlı kalmaması, kamu ve özel sektörün tüm kararlarını etkileyen boyuta ulaşması. Elbette üretici fiyatlarına %18,55 oranında etkisi olan bir sektörün enflasyon hedefiyle ilişkilendirilerek detaylı bir analize tabi tutulmasında yarar var.

Öncelikle vatandaşın sorusuna cevap aramak gerekir. Dolar düşmesine rağmen gıda fiyatları neden düşmüyor?

Gıda üretiminde kullanılan tarımsal girdilerinin tamamına yakını Haziran-Kasım aylarında hasat ediliyor. Dolayısıyla gıda sektörünün maliyetleri yaz döneminde oluşuyor.  Yaz ayları tarım mahsullerinin fiyatlarının ucuzladığı, turizm gelirlerinin arttığı ve bu sayede döviz kurlarında ve enflasyonda düşme eğiliminin görüldüğü bereketli aylardır. Hal böyle iken salgın döneminde gıda endüstrisinin tarımsal girdilerinde ortalama %60 oranında artış gerçekleşti. Aynı dönem (Haziran-Kasım) 6,82 TL/USD olan dolar %23 artışla 8,40 TL/USD ye yükseldi. Görüldüğü gibi kur etkisi dışında tarım ürünlerinde dünya genelinde fiyat yükselişlerine tanık olduk.

Ülkemizde 2020 yılında tam da hasat döneminde, artan döviz kurlarının etkisi ve yurtdışı fiyatların da reel olarak artmasıyla gıda sanayinin girdi maliyetleri %60 oranında artmış ve daha sonra döviz kurları %15’e yakın düşmesine rağmen fiyat artışının önüne geçilememiştir.

2021 yılı başından itibaren bu kez; petrol fiyatları, işçi ücret zamları, yükselen faizler, kuraklık ve salgın nedeniyle ülkelerin emniyet stoklarında artışa gitmeleri fiyatların düşmesini engellemektedir.  

Gıda enflasyonunu dizginlemenin yolu hasat döneminde alınacak önlemlerden geçmektedir. Bu önlemlerin neler olabileceğine birlikte göz atalım.

1- Tarım sektöründe döviz kur şoklarını yönetmek: Hasat döneminde alışılagelmişin dışında kur atakları oluştuğunda bu olumsuz gelişmenin tarım sektörüne yansıması çok daha abartılı olmaktadır. Ayrıca buna uluslararası düzeyde fiyat artışları eklendiğinde gıda enflasyonu kontrolden çıkmaktadır. Gıda sanayinin kur riskinden kaynaklanan maliyet artışları Destekleme Fiyat İstikrar Fonu benzeri bir yapıyla yönetilmelidir. Tarım hedge fon kurulmalıdır.

2- Alınacak kararların zamanlaması: Hasat dönemi genelde tarım ürünlerinin fiyatlarının gevşediği dönemlerdir. Bu dönemde çiftçilerin taban fiyat beklentisi artar. Geçtiğimiz yıl verilen taban fiyatlar piyasada oluşan fiyatların çok altında kalmış ancak artan ürün fiyatlarının bir şekilde tüketiciye yansıyacağı o günlerde göz ardı edilmiştir. Hububat piyasasında hemen her gün 30-40 TL fiyat artışı ile karşılaşıldığı için gelecekte ürün kıtlığı yaşanacağı endişesi duyulmuş, bu nedenle fiyatlar sürekli yükselmiştir. Oysa kuraklık dışında mahsulün miktarını etkileyecek önemli bir etken bulunmamaktadır. TMO, Üretici Birlikleri ve Sanayicinin yer aldığı ürün alım süreçlerini söylenti ve aşırı beklentilerden koruyan bir referans fiyatlama sistemine geçilmelidir. TMO bu konuda hem yalnız hem de imkanları bakımından yetersiz kalmaktadır.

3- Hammadde dışı maliyetler: Nakliye giderlerinin maliyetler içindeki payı %5- 10 düzeyinde değişmektedir. Girdilerin gıda sanayi tesislerinde (mümkünse fabrika sahası içinde) depolanması nakliye giderlerini önemli ölçüde azaltacaktır. Lisanslı depolara sağlanan destekler tüm gıda sanayi depolarına verilmelidir.

4- Yaş sebze ve meyve ürünlerindeki artışlar: Sera yatırımlarının önemli ölçüde artması yaş sebze fiyatlarında nispeten istikrar sağlasa da meyve fiyatları artmaya devam etmektedir. Meyvecilikte benzeri önlemler alınmalı ve üreticilere daha etkin teşvik ve destekler sağlanmalıdır.

5- Süt ve et mamulleri: 2020 yılı ortalamalarına göre fiyatları en az artan gıda ürünleri süt ve et mamulleridir. 2021 yılı başından itibaren süt konseyi ve et üreticilerinin tam olarak talepleri karşılanmasa da (gecikmiş fiyat açıklamaları nedeniyle) referans fiyatlar maliyet artışlarına ve piyasa koşullarına uyumlu hale getirilmeye çalışılmıştır. Salgın nedeniyle alınan kısıtlamalar (lokanta, otel vb. yerlerin kapatılması) turizm sektörünün olağanüstü daralması gibi nedenlerle süt ve et ürünleri tüketimini azalmış, üreticiler satış zorluğu yaşadıkları için makul ölçüde fiyat geçişi yapamamış ve bu durum hayvan varlığında azalmaya neden olmuştur. Asıl sorun salgın sonrasında turizm hareketlerinin artmasıyla birlikte yaşanabilir. Daha önceki yazılarımda salgın döneminde hayvancılık sektöründe üreticilerin iktisadi faaliyetlerini normal koşullarda sürdürmelerini sağlayacak bir model önermiştim. Bu öneride, ileri vadeli alım kontratlarının SPK ve Merkez Bankası’nın eş güdümünde nakde dönüştürülerek üreticilerin olağanüstü koşullarda piyasa belirsizliklerinden korunmasına ilişkindi. Bu öneri halen geçerliliğini korumaktadır.

Sonuç olarak gıda sanayi politikası oluşmadan tarım ve hayvancılıkla ilgili politikaların geliştirilmesi bizi arzu ettiğimiz sonuca götürmüyor. Ülkemiz hükümetimizin gerçekleştirdiği reformlar sayesinde gıda güvenliğinde önemli ilerleme kaydetti. Aynı başarıyı özel sektör öncülüğünde gıda arz güvenliğinde de sağlaması gerekiyor.

Yeni bir teşvik sistemine ihtiyacımız var mı?

Teşvik deyince aklımıza ilk gelen, vergi ve benzeri kamu alacaklarına indirim ve istisna sağlanmasıdır. Bazı hibe ve yardımları da buna ilave edebiliriz.

Türkiye’de yatırımların ve istihdamın teşvikleri oldukça eskiye dayanır. Daha çok bölgesel gelişmişlik farkları dikkate alınarak hazırlanan teşvik mevzuatımızın amaç setini günümüz koşullarına uyarlamak gerekiyor.

Yatırım kararlarının rekabet koşulları dikkate alınarak hazırlanan bir fizibiliteye dayandırılması esastır. Teşvik modelinin de rekabetçi bir ekonomi için geliştirilmesi ve üç temel noktaya dayanması gerekir.

Birincisi dünyadaki gelişmelere duyarlı yeni bir yatırım iklimi oluşturmaktır. Artık çoğu girişimci, vergi indirimi, sgk primi gibi desteklere bakarak yatırım kararı vermiyor. Zira vergi ödemek yerine yatırım yapmak sürdürülebilir değil. Örneğin çoğu sektörde kapasite fazlası var. Ayrıca ikinci ve üçüncü nesil firma sahipleri üzerinde bir araştırma yapılsa, kuşakların yatırım ve işletme konularına farklı yaklaştıkları görülecektir. Bu kuşak çatışması bile yatırımların frenlenmesi için yeterlidir. O halde yeni girişimcilere ve bunun için de risk sermayesine ihtiyacımız olacaktır.

Ancak ülkemizde yeni yatırımların riskini paylaşacak finansman bulmak oldukça zordur. Yatırımcılar doğal olarak uzun vadeli finansman ihtiyacı duyarlar. Bunu sağlayacak olan yatırım ve kalkınma bankalarının sektördeki payı ise yüzde beş civarındadır. Bu sorun maalesef göz ardı edilmektedir. Ticari bankaların kısa vadeli kaynak yapısı uzun vadeli kredi taleplerine elbette cevap veremez. O halde finans sektörünün yatırım finansmanı konusunda yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Bu önemli bir reform alanıdır. Yatırım Bankaları dışında Katılım Bankaları ve İslami Sermaye piyasalarında geliştirilecek finansal ürünlerle kaynak bulmada zorluk çeken girişimcilere yatırım finansmanı sağlanmalıdır.

Faiz desteği ve KGF uygulamaları ekonomide finansman maliyetini özel sektörden kamuya transfer etmektedir. Bu yaklaşım adil olmadığı gibi, doğru ve sürdürülebilir değildir. Bunların yerine risk ve getiri ilişkisinin gözetildiği sermaye piyasaları rol almalıdır.

Teşvik modelinin ikinci ayağında işletme dönemi maliyet unsurlarının desteklenmesi yer alır. Türkiye’de işletme maliyetleri, hükümetimizin aldığı önlemlerle düşürülmeye çalışılmıştır. Ne var ki döviz kurlarındaki artış ve Covid 19 salgınının uluslararası ticarete konu girdiler üzerinde oluşturduğu yükler nedeniyle teşvik ve desteklerin etkinliğini azalmıştır. Satışların azaldığı bir ortamda girişimciler daha çok işçi çalıştırmayı göze alamadığı gibi yatırım da yapmamaktadır.

Bu aşamada kamu finansman açığını daha fazla artırmadan ürün ve hizmet pazarlamasında devletin alacağı en önemli rol, e-ticaretin geliştirilmesi ve desteklenmesine ilişkin olacaktır. Dünya’da dijital pazarlama geliştikçe bu alanda uluslararası e-ticaret ağlarına Türk mallarının girmesi de oldukça stratejik bir çaba gerektirmektedir. Devlet yardımlarının bu noktada yeterli olduğunu söylemek zordur. Pazaryerlerine üyelik desteklerinin böylesine uzun soluklu ve maliyetli bir alanda yeterli olmayacağı açıktır. Ayrıca işçilerin mali ve sosyal haklarını zedelemeden işletmelere farklı araçlarla destek sağlanmalıdır. İşsizlik fonu daha çok işveren ve devlet katkılarıyla oluştuğuna göre işçiler işten çıkarılmadan kullanılmalıdır. Bunun için işsizlik fonu, İstihdam ve İşsizlik Fonu adı altında yeniden yapılandırılmalıdır.

Teşvik sisteminin üçüncü ve en önemli ayağı firmaların yenilenme süreciyle ilgilidir. Biz bu yenilenme çabalarını AR-GE başlığında topluyoruz. Türkiye’de Üniversite-Sanayi işbirliğini sağlamaya dönük teşvikler veriyoruz. Böylece yeni ürünler meydana getirmeye çalışıyoruz. Tüm bu faaliyetleri teknoloji merkezlerinde, Teknoparklarda, AR-GE Merkezlerinde sürdürüyoruz. Miyarlarca TL bu amaçla kullanılıyor. AR-GE faaliyetlerine verilen destekten elde edilmesini beklediğimiz sonuç, o ürünün piyasaya sürülmesi ve talep görmesidir. Yani ticarileşmesidir.   Peki bunca verilen teşvik ve desteğe rağmen yeni ürünlerimiz piyasalarda alıcı bulabilmekte midir? Bu alanda verilen teşvik ve desteklerin ölçülmesinde yarar vardır.

Buluşların ticarileşmesi o kadar kolay olmuyor. Buna ilişkin değerlendirmeler Türk Patent ve Marka Kurumunca yapılmalıdır. Peygamberimiz “İlim Çin’de de olsa gidip alınız.” Diyor. “İlim Mümin’in yitik malıdır nerede bulsa alır.” Diyor… Öyleyse AR-GE dünyanın neresinde yapılırsa yapılsın, onu ticarileştiren Türk müteşebbisler olmalıdır.

Güzel, bereketli, sağlıklı bir hafta geçirmeniz dileğiyle…

Merkez Bankası, morfin, Babacan…

Sayın Ali Babacan konuşmak için 10 yıl beklemeli… Zira hala onun aracılığıyla kurgulanan ekonomik programın oluşturduğu faiz-döviz sarmalından kurtulamadık. Milli bir programın uygulanması için isteksizliğini anlayabiliyoruz. Babacan ve sözcülüğünü yaptığı lobilerin anladığı ekonomik sistem kriz üretmeye devam ediyor ama bunlar farkında değiller.

Bu kibar arkadaşımız Merkez Bankasının morfin gibi kullanıldığını söylüyor… Türkiye ekonomisini dışa bağımlı hale getirip morfinleyen aslında kendisi. Unutmuş olabilir ama döneminde o bağımsızlığıyla övündüğü ve içinden muhalefete milletvekili çıkaran Merkez Bankası’nın hedeflediği enflasyonun hiçbirini tutturamamıştı.

13 yıl Ekonomiden sorumlu bakanlık yaptınız ve her şey koşulsuz size emanet edilmişti. İşsizliği % 5’e mi düşürdünüz? İhracatı 500 milyar dolara mı çıkardınız? Asıl ekonomiyi dışa bağımlı hale getiren ve sıcak para havuzuna morfin taşıyan sizdiniz.

Türkiye ekonomisi dış finansal kaynakla büyüme rekoru kırsa ne olacak? Ne kadar sürer? Washington uzlaşmasına sadakatinize diyecek yok. İslam ülkeleriyle ticari ve ekonomik ilişkilerimize ne kadar katkınız oldu?  Batı budalası olabilirsiniz ama artık devir değişti. Batının çıkmaz sokaklarına sapladığınız ekonomiyi kurtarmak için çaba sarf edenlere biraz saygılı olun. 

Milletin Tayyip Erdoğan’a güvenini ne güzel kullandınız…

Size Teşvik Kanunu çıkarabilmek için yalvarmak zorunda kaldık. Türkiyeyi yıllarca oyaladınız. Vergi ve sigorta borçlarının yapılandırması gerektiği halde oralı olmadığınızı da biliyoruz.

Ekonomi yönetimi dar gelirli, çaresiz, hayata tutunmak için çaba harcayan milyonlar için anlam ifade eder. Siz dış finans baronları için var oldunuz. Sizin dışarıyla ilişkilerinizi kurgulayan uluslararası finans baronları elbette kurmuş oldukları tezgâhtan memnunlardı. Yıllarca IMF ile birlikte Türkiye ekonomisini yönettiniz ve bundan da bir şikâyetiniz yoktu. IMF istemiyor diye milletin yararına olacak konuların önünde set oldunuz. Zira Tayyip Erdoğan’ı dolayısıyla milli kalkınma hamlesini kontrol etmenin en iyi yolu IMF dayatmalarıydı. Bürokratlarınız IMF üzerinden Tayyip Erdoğan’ı yönetmeye çalıştı. Tabii başaramasalar da yavaşlattılar. Türkiye’yi dış finansal sömürü araçlarına bağlayarak yönettiğinizi sandınız. Bugün şikâyet ettiğiniz sorunlar sizin eseriniz. Birçok sektörü dışa bağımlı hale getirdiğiniz için tabii ki sizi sevecekler.

Sayın Cumhurbaşkanımızın bu hatalarınıza rağmen size hala değer vermesini de onun vefa duygusuna bağlıyorum.

Yabancı sermaye tutkunluğunuzu biliyoruz. O yüzden bıraktığınız günden beri sızlanıp duruyorsunuz. Ağzınızdaki baklayı çıkarsanız da sizi daha iyi duysak. “Birkaç adım sonra müdahaleci ekonomi sınıfına pat diye düşermişiz.”

Aziz milletim ve ekonomi yönetimi şunu iyi anlamalı; Türkiye dalgalı kur sistemine girdiğinden beri sıcak para yani faiz çetesinin sömürüsü altında. Bunların anladığı paradan para kazanmak. Üretim yok. Bunlarla asla ilgilenmezler. Tarımmış, Sanayiymiş böyle bir dünyaları hiç olmadı. Kredi bağımlısı olmak dışında önerdikleri bir model yok. İşte hala dışarıdan borç almaktan bahsediyorlar. Sürdürülebilir bir sistem mi? Asla…

Buradan çağrım; Türkiye kendi ekonomi modelini kurmalıdır. Bu modelin ayakları faiz,döviz, enflasyon hedeflemesi gibi sanal göstergelere dayanırsa sorunlarımız çözülmez. Adil gelir dağılımı, verimli yatırım ve dayanışma ekonomisi tesis edecek yeni bir programı hazırlamalıyız.

Hasan Fehmi Kinay

SALGININ HEDEFİNDEKİ EKONOMİMİZ İÇİN İŞ VE İSTİHDAM ODAKLI BEŞ YAPISAL ÖNLEM:

Öncelikle bugüne kadar ortaya konan önerilere baktığımızda;

IMF’den borç alın,

Olmadı para basın ve bulunan parayı vatandaşa dağıtın…

Yani kısacası kaynak olarak dışarıdan borç bul içeride dağıt şeklinde bir öneri getiriliyor. Peki IMF koşulları hakkında fikriniz var mı? Ne kadar borç verebilecekleri hakkında mesela? Ya da bizim ne kadar kaynağa ihtiyacımız olduğu hakkında bilgisi olan var mı?

Bu yaklaşım Hükümetimizin en başta ortaya koyduğu mücadele söylemiyle çelişiyor. “Sorun küresel, mücadele ulusal”, “Biz bize yeteriz Türkiyem” … Bu duruş diğer önerilere bakıldığında daha gerçekçi. Neden mi? Avrupa Birliği’nin İtalya’ya İspanya’ya sırt çevirdiği ortamda sizi düşüneceklerini mi sanıyorsunuz? IMF borç karşılığı geri ödeme koşullarını müzakereye açtığında, “gidin IMF’nin kapısına dayanın” diyenlerin hepsi ortadan kaybolup, sonunda bizi IMF’ye muhtaç ettiniz diye yaygara koparacaklardır. O halde IMF’nin dayatmasıyla alacağımız kararları kendi içimizde almak çok daha akıllıca olacaktır.

Hükümetimiz 100 Milyar TL tutarında kaynak paketi açıkladı. Bu kaynağın nerelerde kullanılacağı hakkında kamuoyuna bilgi sundu. Kimi yerde vergi ve sigorta benzeri kamu alacaklarını erteledi, kimi yerde Kredi Garanti Fonuna Hazine garantisini 25 Milyar TL’den 50 Milyar TL’ye çıkardığını açıkladı. Bununla yetinmedi 2 Milyon kişiye 1000 TL ödeyeceğini duyurdu. Daha sonra bu rakamı 4 Milyon kişiye yükseltti. Yeterli mi? Elbette hayır. Peki ne kadar kaynak gerektiği hakkında çalışmamız var mı?

Şunu belirtelim, ekonomide çok kriz yönettik ama “pandemi” başka bir şey…

İnsanlar bir süreliğine işsiz kalabilir, bu birkaç yıl sürmediği sürece… Devlet işsizlere işsizlik fonundan ödemede bulunabilir, bu birkaç yıl sürmediği sürece…

Vergi ve SGK başta olmak üzere yapılacak ertelemeler ne kadar devam edebilir? Kamu gelirleri olağan yollardan karşılanamazsa harcamalara kaynak nasıl bulunacak? Borçlanma yoluyla bulunacak kaynak için de kaynak gerekiyor. Yani borç verenlerin de kaynağa ihtiyacı var. Bu kaynak için yurt dışına başvurmamız gerekirse IMF dışında “dış yatırım fonlarının” önünde diz çökmeye başlayacağız. O halde?

Her şey Pandeminin bitmesine bağlı…

Ancak, Pandeminin bitmesi için hava sıcaklıklarının artmasının yeterli olmayacağı biliniyor. Herkesin bağışıklık kazanmasının bedeli ise çok ağır. O halde geriye aşı bulunması kalıyor ki bu durumda en erken bir yıl daha “pandemi” ile yaşayacağız demektir.

Lafı uzatmadan almamız gereken tedbirlere geçelim. Ortalık öneriden geçilmiyor, kabul. Belki bu önerileri ilk kez duyacaksınız belki de siz de benzeri önerileri düşündünüz ya da düşünen birilerinden dinlediniz. Önemli olan çözümün sürdürülebilir bir modele bağlı olmasıdır.

Pandeminin makro ekonomiye etkisini irdelediğimizde a’dan z’ye tüm göstergeleri etkilediğini görüyoruz. Ancak sektör ve firma bazında ele aldığımızda tümünü olumsuz etkilediğini söyleyemeyiz. O halde kazançlı çıkanlar var kaybedenler var. Ama ekonominin bir bölümü çökerken diğer bölümünün iyi olması bizi kurtarmayacaktır. Nedenini bir sektörden örnek vererek anlatalım.

Örneğin lojistik sektörü. Akaryakıt fiyatlarının düştüğüne sevinemedi bile. Zira ekonomide mal hareketi zorunlu gıda ve ihtiyaç maddeleri dışında durdu. Eskiden bir nakliye firması fiyat verirken dönüş yükünü de hesaba katardı. Şimdi hem dönüş yükü bulmakta zorlanıyor hem de ana nakliye işini bulmakta.

Sağlık sektörü kazançlı çıkan sektörlerden biri olarak görülebilir. Ama gerçek durumu henüz bilmiyoruz. Zira hastanelere giden hasta sayısında çok büyük düşüş var. Bu kamunun sağlık harcamalarından tasarruf etmesi bakımından iyi ama özel hastaneler ciddi gelir kaybına uğradılar.

Örneğin akaryakıt ithalatı yavaşlarken dış finansman ihtiyacımız azalıyor ama turizmdeki daralma, ihracattaki gerileme gibi olumsuzluklar nedeniyle dış finansman ihtiyacımız artıyor.

Özet olarak dengeler bozuldu. O halde alacağımız önlemler en az bir yıl süreyle kötüleşmenin daha hafif atlatılmasını sağlamak üzere olmalıdır. Hani bir tabir vardır; kardan zarar diye, şimdi tam tersini söyleyeceğiz, en az zararla nasıl kurtulacağımıza bakmalıyız. Kar diye bir şey yok…

Beş yapısal önlem belki zararı daha hafif atlatmamızı sağlayabilir.

Öneri 1. Pandemi Sigortası Geliştirilmeli  ve İş Vakıfları Kurulmalıdır :

Medeniyetimizin en önemli kurumlarından biri olan Vakıflara ne kadar büyük ihtiyacımızın olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz.

Sosyal devlet anlayışını AK PARTİ kadar önemseyen ve kamu politikasının amaçları arasına yerleştiren bir başka iktidar yoktur. Bununla birlikte AK PARTİ iktidarının genel siyasi karakteriyle teşvik ettiği yardımlaşma ve dayanışma kültürü en az sosyal devlet anlayışı kadar önemlidir ki, bunun adresi vakıflardır. Derhal Vakıflar Bakanlığı kurulmalıdır. Türkiye’de binlerce vakıf milyonlarca insana gıda, eğitim, barınma ve nakdi olmak üzere birçok başlıkta sosyal yardımda bulunuyor. Birileri bu medeniyetimizin asli kurumunu eleştiri konusu yapsa da aldırmayalım. Reklam yapmayı sevmeyen vakıflar milyarlarca lirayı topluyor ve ihtiyaç sahiplerini bularak onlara destek oluyor. Devletin bu konuda yapması gereken Vakıfları teşvik etmektir.  Osmanlı Vakıflar Bakanlığı’nı boşuna kurmamıştı. Vakıflar Genel Müdürlüğü elbette önemlidir ama Bakanlığa dönüşmelidir.

İşsize işsizlik fonundan maaş veriyoruz. Peki ya işverenler? Bir milyon işverenin hepsi zengin mi? Yüz iş adamının belki beş tanesinin durumu bu tür krizi atlatmaya yetecek kadar iyidir. Diğerleri ise kredi borçlarıyla işini çevirmeye çalışacak. Bir süre sonra nefesleri kesilecek. Ya o zaman?

Bunun çaresi İş Vakıflarının kurulmasıdır. TOBB, TESK vs. bu vakıfların sermayesini temin edebilecek güçtedir. Bu gibi krizleri karşılıksız destek vermeden atlatmamıza imkân yok. Bunu bazı kafalar anlamayacaktır. Bakış açısı ve dünya görüşüyle ilgili olduğu için anlamak istemeyecektir. Vakıflar ortaya çıkan sosyal buhranı önleyecek müesseselerdir.

PANDEMİ için DASK benzeri zorunlu sigorta ürünü çıkarılmalıdır.

Sigorta sistemi ürün çeşitliliğiyle her geçen gün gelişiyor. İşsiz kalan kişi eğer daha önce bu tür bir sigorta yaptırmışsa kredi kartı borçlarını sigorta ödeyebiliyor. İşsizlik maaşı verebiliyor.  Örneğin turizm sektörü için rezervasyon iptalini sigortalayan ürünler var. Ama bu pandemi durumunda geçerli olacak mı? Edindiğim bilgiye göre olmayacak. Çoğu sigorta şirketi sağlık sigortası konusunda bile “pandemi” yi kapsam dışı tutmuş. İyi de deprem sigortası nasıl zorunluysa aynı şekilde “salgın” durumunda geniş bir ekonomik çöküş yaşanacağı varsayımıyla, firmalar kazançlarına göre zorunlu prim ödeyerek salgın zamanına hazırlık yapmalılar. Bu Yusuf (AS) ‘mın kıtlık dönemine hazırlık yapması gibi bir şeydir.

Öneri 2-Kredi Garanti Fonu’na ek olarak Ödeme Garanti Fonu Kurulmalıdır:

Çok önemli bir adım atılarak firmaların ihtiyaç duyacağı ilave kredilere ilişkin teminat sorunu ortadan kaldırılıyor. Operasyonel işleyişte korona önlemleri dolayısıyla sorunlar olabilir ama bu çözülecektir. Ancak Kredi Garanti Fonuna firmalar başvurabileceğinden tüketici kredileri açıkta kalıyor. Bugün 2,9 Trilyon TL kredi kullanıyoruz. Ticari kredi toplamı 2,3 Trilyon TL, tüketici kredileri 510 Milyar TL. İşte bu kısım kredi garanti fonundan yararlanamıyor. Ayrıca tedbir alınması gerekiyor. Borçların yapılandırılması önlem olarak yetmez. Ödemelerin garanti kapsamına alınması gerekir. Zira bankacılık sektörünün nakit akım tablosunda ciddi olumsuzluklar var. Kredi alacaklarını yapılandırıp ötelerken mevduat faizlerini günü geldiğinde ödemek durumdalar. O halde soruna başka çare düşünmemiz gerekiyor.

İkincisi; kredi kullanmayan firmalar kaynak ihtiyacını nasıl karşılayacaktır?  Kredi kullanmayan kredi garanti fonuna nasıl gidecektir? Öz kaynakları yetmediğinde ödemelerini kredi almadan nasıl gerçekleştirecektir? Ayrıca bankacılık sistemi risk yönetiminin gereği olarak teminat açığını kapatmanın yolunu KGF kapsamında çözümlemeye çalışmaktadır. Bu sayede Hazine kredi borçlarına kefil hale getirilmektedir. Bu durumda kamu kaynaklarından kredi borçlusu yararlanırken önemli bir kesim de yararlanamamaktadır.

 Bu nedenle daha kapsayıcı bir kuruma ihtiyacımız vardır. Ödeme Garanti Şirketleri ve bunları destekleyen Ödeme Garanti Fonu kurulmalıdır. Ödeme Garanti Fonu Kredi Garanti Fonu değildir. KGF kredi ilişkilerine yönelik faaliyet gösterirken, Ödeme Garanti Şirketleri firmaların vergi, sigorta dahil tüm ödemelerini kapsayıcı faaliyet yürütecektir. Krizden etkilenen firmaların birçoğu kredi ilişkisinden kaçınan firmalardan oluşmaktadır. Bunlar kredi kullanmadıkları için KGF de kullanmamaktadır. Bir bakıma yolumuz yine Sigorta sistemine düşüyor. Sigorta sektörü bundan sonraki yüzyılın en popüler sektörü olacaktır.

Ödeme Garanti Fonu kuruluşu ve işleyişi hakkında kapsamlı bir çalışmayı daha sonraki yazılarımda paylaşmayı düşünüyorum.

Öneri 3- Yeni bir istihdamı teşvik paketine ihtiyacımız olacak:

İşsizlik sorunu dünya ekonomisinin temellerinin sarsıldığı bir dönemde kısa vadede çözüme kavuşturulacak bir sorun değildir. Daha önce hedeflenen işsizlik oranlarına ulaşmamız ister istemez zorlaşacaktır. Ama aşağıdaki önlemler alınırsa büyük ölçüde azalacağını öngörebiliriz. Önümüzdeki üç yıl işsizlikle mücadele yılları olacaktır.

Bu amaçla alınacak önlemler:

3.1. Maden sektöründe ilave 200 bin kişi istihdam edilebilir. Halen 130 bin kişi çalışıyor. Bunu üç kat artırmamız mümkün. Madenleri çıkartıp stoklayalım. Gelecek için hummalı bir çalışma yapalım. Bunları bugün satmak zorunda değiliz. Stoklarımızdaki madenler karşılığında menkul değer üretelim. Maden şirketleri kamu denetiminde (SPK) Varlığa Dayalı Menkul Kıymet ihraç etsin. Bu menkul kıymetleri Merkez Bankası satın alsın ve nakde dönüştürsün. İşsizlik azalacağı gibi karşılığı olduğu için enflasyon da artmaz.

3.2. Hayvan varlığımızı artıralım. Hayvan varlığının artırılması için çiftçiyi kazandırmak yeterlidir. Bu da et ve süt işletmelerinin desteklenmesi sayesinde rahatlıkla sağlanabilir. Bu işletmelerin saklanabilir ürünler üretmelerini teşvik edelim. Örneğin işlenmiş peynir ve işlenmiş et stok finansmanı verelim. Depolarındaki stokları varlığa dayalı menkul kıymetleştirelim.  Bu yolla 200 bin kişiye ilave istihdam sağlanabilir.

3.3. İthal ikamesi için en uygun yatırım fırsatı doğmaktadır. Bugün reel efektif kur endeksi % 78 düzeyinde. Yani TL’nin görece olarak değeri % 22 daha düşük. O halde ithal ürünler % 22 daha pahalı demektir. Girişimcimize büyük rol düşüyor. İthal ikamesi sağlayacak yatırım konularını bulup bu dönemde yatırıma dönüştürebilir. Dışarıdan know how alabilir. Devlete düşen risk sermayesi konusunda destek olmaktır. Girişim Sermayesi Yatırım Ortaklıklarının sayısı ve niteliği artırılmalıdır. Bunun için Teknokentlere Girişim Sermayesi Yatırım Ortaklığı izni verilmelidir. Devlet katkısı ile GSYO ları ve dolayısıyla teknoloji üretme kapasitemizi artırabiliriz. Böylece binlerce kişinin çalışabileceği yeni iş sahaları ortaya çıkacaktır.

3.4. İnşaat sektöründe stoklarımızı satamıyorsak bunları da menkul kıymetleştirebiliriz. İnşaat sektörünün böyle bir dönemde durması işsizliğin katmerli artmasına neden olur. Ne gerek var? Oysa en az 500 bin ilave istihdam sağlanabilir. Emlak Konut ve diğer Gayri Menkul Yatırım Ortaklıkları bu taşınmazları devralsın ve karşılığında tahvil çıkarsın. Bu tahvilleri de Merkez Bankası satın alsın. Piyasaya likidite girsin. Bankaların nakit akımları düzene girsin. Bu karşılıksız para basmak değildir.   Varlığa dayalı menkulleştirmedir.

3.5. Telekomünikasyon şirketleri bu dönemde kazançlı sektörlerden biridir. Bu sektörler istihdam kapasitesini artırmalıdır. Bilişim projeleri yarışmaları açarak buradan gelecek bilişim iş fikirlerine yatırım yapabilirler. Böylece bilişim sektöründe 100 bin yeni istihdam sağlanabilir. E- Ticaret sadece pazarlamayı dijital ortama taşımaktadır. Oysa ürünler fizikidir ve bunların lojistiği istihdam odaklıdır.  Bilişim sektörüne yatırım yapıldığında 100 bin istihdam mütevazi kalabilir.

3.6. Lojistik sektörü, salgın ve petrol fiyatlarındaki düşüş nedeniyle krizden en çok etkilenen sektör durumundadır. Birçok ürünün satışı azaldığı için nakliyeciler bir taraftan iş bulamazken diğer taraftan iş bulduklarında dönüş yükü bulamamakta, böylece zararına iş yapmak durumunda kalmaktadır. İş hacmindeki daralmaya eş değer gelir farkı ödemesi yapılmalıdır. Nakliye sektörü ilave istihdam sağlayabilecek canlı sektörlerden biridir.

3.7. Turizm sektörü krizden nasıl kurtulur? Turizm sektöründe yaklaşık 1 Milyon kişi çalışıyor. Yapılan araştırmalarda 20 civarındaki sektörü de %40 etkiliyor. Nereden bakarsanız bakın büyük bir sorun var. Bu aşamada rezervasyon iptallerini sigortalamaktan imtina ettikleri için bırakın cezasını çeksinler diyemeyiz. O halde bir çözüm bulmak zorundayız. Turizm Tanıtma Fonuna kaynak aktararak bu yıl için %50 yatak kapasitesini kamu çalışanlarının tatili için (özellikle sağlık ve güvenlik gibi risk grupları için) devlet satın alsın. %30 işletme giderlerini ıskonto etsin. Hiç olmazsa tesisler ve işçiler çalışır. Devlet işçi çıkarmayan turizm tesisleriyle bu anlaşmayı yapacağını şimdiden deklare etsin.

3.8. Sanayi sektörünün de elinde kalan stokların sigortalanması koşuluyla menkul kıymetlendirilmesi ve likiditeye dönüştürülmesi mümkündür. Bu yaklaşım sanayi kesimini ayakta tutacak, işçi çıkarmalarını önleyecektir. Böylece devlet kısa çalışma ödeneği ödemekten kurtulacağı gibi vergi ve sigorta gelirlerinde de bir kayba uğramayacaktır.

3.9. Eğitim sektörü okulların tatil olmasıyla birlikte etkilenen sektörlerden biri oldu. Ama kısa sürede uzaktan eğitim modeline geçerek kriz yönetiminde büyük bir başarı sağladı. Bundan sonra yeni eğitim vizyonu uzaktan eğitime ağırlık vermemizi gerektirebilir. Bu noktada örgün uzaktan eğitim deneyimi yaşıyoruz. Artık sınıflar yerine sanal sınıflarımız var. Gayet de başarılı yürüyor. O halde bu altyapıyı geliştirelim. Daha fazla öğretmen istihdam etmemiz mümkün. Eğitim teknolojilerini geliştirmede eşsiz bir fırsat ortaya çıkmış durumda. Bu alanda tartışmalı birçok sorunumuz gündemden düşebilir. Okullarımıza tekrar dönsek de uzaktan eğitim modelimizi geliştirmekten vazgeçmeyelim. Örgün eğitim kadrolarıyla uzaktan eğitim kadrolarını ayrıştırabiliriz. Böylece farklı uzmanlık alanları ve istihdam imkanları ortaya çıkacaktır.

3.10 Havayolu taşımacılığı çok ciddi darbe almıştır ve bu kolayca atlatılabilecek bir sorun olarak görünmüyor. THY bu krizden çok etkilendi. Sizce korona sonrası herkes eskisi gibi İtalya’ya tatile gitmek isteyecek midir? Çin’e? Amerika’ya? O halde THY borçları nasıl ödenecektir? Çalışanları nasıl maaş alacaktır? Devletin desteği olmadan bu sorunu aşması mümkün değildir. THY küçülmesi gerekebilir ama bunun yerine kargo taşımacılığına dönüşmesinde büyük yarar var. Önümüzdeki yıllarda İnsan taşıması azalacak ama bunun tam aksi yönde mal taşıması artacaktır. Şimdiden kapsamlı bir strateji değişikliğine gitmekte yarar var. Bu sayede devlete yük olmaktan da kurtulacaktır.

Sonuç olarak önerimiz stoklanabilir varlıklarımız olan; Madencilik, Konut, Dayanıklı Sanayi Ürünleri (yedek parça ve aksam dahil), Hayvancılık ve bazı gıda ürünleri, Tohum, Fide ve Fidanlarımız, Orman Emvali ve burada saymakla bitiremeyeceğimiz yüzlerce ürün için durmaksızın gerekirse stoklara çalışarak devam etmeli, buna karşın stoklar tahvil çıkarılarak menkul kıymetleştirilmeli ve üreticilerin nakit döngüsü Merkez Bankasını tahvil alımıyla aksatmadan sürdürülmelidir. Böylece finans krizinden de kurtulmuş oluruz.

Öneri 4-Finans sektörünün alacaklarını tahsil sorunu için Anadolu Yaklaşımı gerekiyor.

 Bankacılık sektörü (finans) krizden etkilenen sektörlerin başında gelmektedir. Finans sektörü kredi alacaklarını tasfiye etmede büyük zorluk çekmektedir. Yasal bir düzenleme yapılarak Anadolu Yaklaşımına benzer bir yaklaşımla kredi tasfiye süreci firma bazında ele alınmalıdır. Kredi müşterisine borç alacak takası ve varlık takası dahil takas yoluyla ödeme imkânı tanınmalıdır.

 Firmaların aktifinde yer alan varlıkların bankalar tarafından sigortalanarak veya devir alınarak varlığa dayalı menkul kıymetleştirmesi mümkündür. Bunu daha önce anlatmıştık.

Öneri 5- Gıda sektörü arz güvenliği stratejik öneme sahiptir.

Önümüzdeki dönem gıda arz güvenliğinin gereği olarak tarım sektöründe stoklama altyapısının güçlendirilmesi gerekmektedir. Bunun için tüm un ve yem fabrikalarının çelik ve yatay depolarına lisanslı depo statüsü verilmesi yerinde bir önlem olacaktır. Bu yolla yurtiçi ve yurt dışından tedarik edilecek ürünlerin saklanması ve değerlendirilmesi sağlanacaktır. Yem ve un sanayi, hububat ve yağlı tohumların en büyük kullanıcısı durumundadır. Çelik silo kapasitesinin artırılması teşvik edilirse stoklama süresi uzayacak ve girdiler doğrudan yem ve un sanayinde kullanıma gireceği için ilave nakliye maliyeti de ortadan kalkacaktır.

Mucitler, değişim ve İslami girişimcilik


Dünya’da dört eksenli değişim rüzgarları ürün ve firma ömrünü acımasızca aşındırıyor. Bundan etkilenen yalnızca firmalar değil elbette; devlet kurumları, ülkeler, uluslararası örgütler ve bireyler hemen hepsi az ya da çok bu değişim baskısının altında kalıyor. Çaresiz, yeni gelişmelere uyum gösterme çabasına giriyorlar ve başarabildikleri ölçüde ayakta kalacaklar.

Aslında yaşadığımız baş döndürücü gelişmeleri kaşifler ve mucitlerin zekasına ve ısrarlı buluş çabalarına borçluyuz. Her şey durduğu yerde durmuyorsa bu afacanlar sayesinde durmuyor. Bir bakmışsınız dünya devi Kodak fotoğraf endüstrisini yerle bir etmişler, bir bakmışsınız Nokia ‘yı tarihe gömmüşler.  Dünya’da değişimden söz ediyorsak işe bunun öznesi olan kaşifler ve mucitlerle başlamamız gerekiyor.

Avrupa Patent Ofisinin derlediği verilere göre geçen yıl dünya genelinde 175 bin patent başvurusu yapılmış. ABD 43 bin başvuruyla birinci sırada yer alıyor. Almanya 26 bin, Japonya 22 bin, Fransa 10 bin, Çin 9 bin patent başvurusu ile dünyada yapılan patent başvurularının %65’ini gerçekleştiriyor. Bu kabaca verilen istatistikler dışında en çok başvuru yapan firmaların faaliyet kollarına baktığımızda bilişim sektöründe yer aldıklarını görüyoruz.

Her gün üretim yöntemlerinde, tüketim kalıplarında, ödeme sistemlerinde ve başarı ölçülerinde yenilikler tasarlanıyor ve kısa sürede kullanıma giriyor. İnsanlar zamanlarının büyük bölümünü mobil telefonların sunduğu sonsuz uygulamalar içinde geçiriyor. Belki asla göremeyeceği yerleri görüyor, belki hiç tanışamayacağı insanlarla tanışma fırsatı buluyor. Kendini ifade ediyor, tanıtıyor, takipçi sayısını artırıyor. Ama aynı zamanda kendisine ulaşmak isteyen markaların ağına takılıyor. Bilişim teknolojisinin bir okyanus olduğunu düşünün. Bizler bu okyanusun içinde yüzen balıklarız. Birileri de ağlarını açmış bizim ağa takılmamızı bekliyor. Hasadı bitmeyen bereketli bir okyanus…

Endüstri 4.0 kavramını en iyi açıklayan tanım, karanlık fabrika tanımı. Yani robotların çalışması için fabrikada aydınlatmaya ihtiyaç yok. Robotların, bilişim sektörünün desteğiyle hemen tüm insan becerilerine sahip olacağı günler çok yakın. Yüzlerimizi tanıdılar, çevremizi biliyorlar hatta neye ilgi duyduğumuzu da… O halde çok yakında, mağaza önlerinde bizleri içeriye adımızla davet edecek tezgahtar robotlarla tanışacağız. Şimdilik tezgahtarlarımız olan robotlar bir süre sonra işverenlerimiz haline de dönüşebilir.

Bitcoin eşler arası teknolojiyi kullanarak merkezi otorite veya banka olmadan çalışmaya on yıl önce başladı. Bugün 1 bitcoin 42 bin TL’den işlem görüyor. İşlemlerin yönetimi asla bir devlet otoritesi değil. Sadece 21 milyon kuruşla sınırlandırılmış bir sanal tasarruf ağı. Kimse Bitcoin’e sahip değil ve onu kontrol edemez. Bitcoin kendine has birçok özelliği sayesinde diğer ödeme yollarıyla yapılamayacak çok farklı ödemelerin üstesinden gelmeye aday. İşte yeni ödeme sistemleri çağının içindeyiz. Belki kurumlar kendi paralarını basarak senyoraj gelirini kamu otoritesiyle paylaşmadan iktisadi özerkliğe doğru yol alacaklar. Orta Çağ’da Avrupa’da hüküm süren derebeyleri (Senyörler) bugün yeni çıkan bitcoinin benzeri paraları bastıklarında senyoraj hakkını ellerinde tutup, kendi çıkarları için kullandılar. Modern ekonomik sistemlerde, teknik olarak bu hak sadece merkez bankasınındır. Acaba merkez bankaları işlevlerini kaybetmekle yüz yüze mi kalacaklar?

Buluşlar tek başına bir anlam taşımaz. Çoğu patent hayata geçirilememiş arşive kaldırılmıştır. Bunları hayata geçiren girişimcilerdir. Girişimcilerin mucitlerle ve yatırımcılarla buluşmasına zemin hazırlayan ekonomiler büyür, üretim ekonomisi olur. Bunu başaramayan ülkeler de tüketim ekonomisi olur. Aslında mucitlerine, kaşiflerine ve en önemlisi girişimcisine sahip çıkamayan toplumlar üretim ekonomisi olamadıkları gibi borçlanmadıkları sürece tüketim ekonomisi bile olamazlar.

Çevremize ve dünyada olup bitene bir bakalım… Her şey değişirken bu değişimin sürekli ve açık ara tüketim tarafında yer almak, bir süre sonra borçlanma olanağını da kaybedeceğimiz anlamına gelmeyecek mi?  

Başarı ölçütleri de değişecek. Halen firma ve ülkeler bilançolarına ve gelir tablolarına bakılarak değerlendiriliyor. Kredibilitesi yani başarı değeri mali tabloların üzerinden ölçülüyor. Bence bu da tarihe karışacak yaklaşımlardan biri. Zira firma ya da ülkelere borç veren çevreler yatırımlarının karşılığını güvencede ve karlı görebilmek için o firmanın veya ülkenin “sürdürülebilir” alanlarda faaliyet gösterip göstermediklerine daha çok odaklanacak ve buna ilişkin ölçüm tekniklerini geliştirecekler. Belki de en can alıcı gelişme de bu alanda olacak. Örneğin çevrenin korunması amacıyla yapılan bir buluş ve bunun ticari değeri savaş endüstrisindeki herhangi bir buluşun değerinden daha fazla sürdürülebilir görülecektir.  Sağlık, enerji, çevre ve bilişim sektörünün insanlığın kurtuluşuna vesile olacak birçok yeniliğe zemin oluşturacağını göreceğiz. Tıpkı geçmişte olduğu gibi Müslüman kaşiflere büyük iş düşüyor. Neden mi? Çünkü Müslüman kaşifler ve mucitler yeryüzünü kana boyayacak, fitne çıkartacak ve sırf para kazanma hırsıyla dünyayı kirletecek alanlara kafa yormayacaklar da ondan. İslami girişimcilik ise Müslüman olsun ya da olmasın tüm dünyadaki “iyi ve güzel” olan patentleri satın alarak ticarileştirecekler. Bu alanda İslami yatırım fonları kapitalist sistemin arkasından gitmeyi bırakarak “sürdürülebilirlik” bağlamında yeni başarı ölçütleri geliştirecek ve İslami girişimciliği destekleyecekler. En azından ben bunu umut ediyorum…

Meksika’da işsizlik oranı %3,9

Evet yanlış okumadınız. İlk bakışta istatistiki bir hata gibi görünse de bu oran doğru. Meksika’da işsizlik oranı Türkiye’den yaklaşık 10 puan daha iyi durumda. Üstelik nüfusu 125 Milyon olmasına rağmen…

2006 yılında AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve daha sonra Başbakan Yardımcısı olan Prof. Dr. Nazım Ekren başkanlığında bize benzer ülkelerin ekonomi politikalarını incelemek üzere bazı ülke ziyaretlerimiz olmuştu. Bunlardan biri de Meksika’ydı. O dönemde istihdam politikalarını çalışan Milletvekili olarak dış ülke ziyareti öncesi ekonomik göstergeler üzerine bilgi toplamaya çalışıyordum. Meksika verileri oldukça şaşırtıcıydı. İşsizlik konusunda sadece bizden değil gelişmiş ülke ekonomilerinden de olumlu yönde ayrışan Meksika, nasıl bir yol izlemekteydi?

Gittiğimizde işsizlik oranlarında yakaladıkları başarının arkasında Meksika İş Bulma Kurumunun olduğunu gördük. İşsizlik oranını düşüren en önemli etken, genel teşvik politikasından ziyade her bir işsize iş bulma konusunda gösterdikleri özen ve geliştirdikleri sistemin kusursuz işleyişiydi. Sistem; emek arz ve talebini meslek, iş yeri, sektör ve bölge bazında uyumlu hale getirmeye çalışan aktif istihdam politikalarına dayanıyordu.

İşverenle işsizi buluşturma konusunda onlarca yöntem geliştirmişlerdi. Bunlar arasında; açık iş ilanlarını günlük ücretsiz gazetede yayınlamaları, iş fuarları düzenlemeleri, şehrin her köşesine kiosk (büfe) terminaller koymaları ve bunlar yetmezmiş gibi işsizleri telefonla arayarak bilgilendirmeleri bulunuyordu. Anlatılanlar Meksika’nın düşük işsizlik oranını açıklıyordu. Bunlar dışında daha çarpıcı önlemler de vardı. Örneğin bizim kriz dönemlerinde başvurduğumuz istihdam garantili ücret desteğini Meksika sürekli uygulamaktaydı. İş ve eğitim ilişkilerini daha koordineli yürütüyorlardı. Ama asıl önemli olan bütün bunları seferberlik ruhuyla yapmalarıydı…

Günümüzde Türkiye İŞ KUR benzeri politikaları uyguluyor. Belki yıllar önce atılması gereken adımları atmakta geciktiğimiz için alınan önlemler yeterli gelmiyor ve zamana ihtiyacımız var. Bununla birlikte böylesine önemli bir sorunun kaynağına inmemiz ve daha yapısal çözümler üretmemiz gerekiyor.

Meksika’da izlenen istihdam politikalarının başarısı biraz da ülkenin rekabet gücünden kaynaklanıyor. Meksika dünya rekabet sıralamasında 48. Sırada ve Türkiye’den 13 sıra önde. O halde rekabetçi ülke olmamızı sağlayacak mikro ekonomik politikalara eğilmemiz önem taşıyor. Türkiye makro ekonomik istikrarını mikro ekonomik birimlere dayandırmadığı sürece sağlıklı ilerleyemez. Özellikle dışarıdan yapılan müdahaleler sonucu her şey bir anda bozulabilir. Nitekim bağımsızlık mücadelesi verdiğimiz bu dönemde bizi en çok ekonomiyle tehdit etmiyorlar mı?  

Sonuç olarak, rekabetçi olmanın gereklerini yerine getirmekten başka çaremiz yok. Firmalarımızın değerini bilmeliyiz. Onların taşıdığı vergi ve faiz yükünü hafifletmek için Hükümetimizin aldığı önlemler yerindedir. Daha çok girişimciye ihtiyacımız var. Sadece işçilerimizi değil girişimcilerimizi de eğitmeliyiz. Her zaman önerdiğimiz gibi faizsiz borçlanma araçlarını geliştirmeli, girişim sermayesi ihtiyacını karşılamalıyız. Böylece Teknokentlerimizde bulunan yeniliklerin ülkemizde ticarileşmesini sağlamalıyız.

Hükümetimiz uygun görürse Teknoparklara Girişim Semayesi Yatırım Ortaklığı yetkisi verilebilir. Böylece buralarda üretilen yenilikler havada kalmaz ve en kısa sürede ticarileşir.

Faizsiz ödeme araçlarından Barter (Mal Takası Sistemi)

Faizsiz, çeksiz, borçsuz, dertsiz, dövizsiz, senetsiz ödeme aracı olarak Barter ödeme sistemi işler mi?

Evet işler…Tarım Kredi Yem olarak Barter (mal takası) yaparak yaklaşık 620 Milyon TL işlem gerçekleştiriyoruz. Yani paraya el sürmeden, bankaya muhtaç olmadan ticaret yapıyoruz. Hedefimiz bunu 1 milyar TL’ye çıkarmak. Toplam ticaret hacmimizin %30’undan fazlası barterla gerçekleşiyor. Örneğin biz çiftçiye yem satıyoruz. Buna karşılık ondan yılda 250 Milyon TL tutarında yemlik arpa mısır vs. alıyoruz.

Yem sattım 250 Milyon, Mısır, Arpa, Buğday aldım 250, etti mi 500 Milyon TL? İşte size mal takası ticareti. Daha bitmedi. Tarım Kredi Birlik A.Ş adında bir şirketimiz var. Ondan Ayçiçeği küspesi alıyoruz yılda 50 Milyon TL ve ona süt ürünleri satıyoruz 50 Milyon TL etti 100 Milyon TL. Toplamda 600 Milyon TL. Daha bitmedi… Bizim bir de TK Hayvancılık şirketimiz var. Ona 10 Milyon TL Yem satıyor karşılığında 10 Milyon TL süt alıyoruz. Toplam 20 Milyon TL. Genel Barter toplamımız 620 Milyon TL.

Bu model emlak piyasasında ve araç alım satımında da gayet iyi işliyor. Barter’ a uygun ürün listesi yapılsa herhalde pahalı ürünler başı çeker. Bunun nedeni insanların krediye ihtiyacı azaltma çabası. Yani aslında rasyonel davranmaları. Para yok, faiz yok, dolar yok. Dolayısıyla stres de yok. Yaşasın Barter! Türkçeleştirirsek mal mübadelesi yani takas. Bu neden önemli? Kredi maliyetleri ortada. Nakit sıkıntısını ortadan kaldırmanın bir yolu da Barter işlemleri.

Yasal dayanağı 90’lı yıllarda oluşturulmasına rağmen finans sektörünün kredi dışında efektif araç tanımaması nedeniyle geliştiremediğimiz araçlardan biri de Barter…

Bu modelin işlemesi için yapılması gereken sağlam bir input-output (girdi- çıktı) analizi. İkinci adım; b2b (firmadan firmaya) e-ticaret uygulamalarının geliştirilmesi. Üçüncü adım; lisanslı değerleme uzmanlarının sisteme kazandırılması ve son adım elektronik ortamda veya kıymetli evrak niteliğinde “Barter çekinin” işlem görmesi. Sorun aynı anda milyonlarca farklı talebin eşleştirilmesi. Aşılamaz mı? Aşılır. İkinci sorun, bu eşleştirmenin zamanında gerçekleşmesi. Bu da aşılabilir. Örneğin Barter çeki bu zamanlamayı çözer. Kağıt paranın yaptığı işle barter çekinin yaptığı iş aslında aynı.  Daha önemli bir noktaya dikkat çekmek istiyorum; Türkiye hedef pazar olarak Afrika ülkelerini önemsiyor. Ancak bu kıta dolar yoksulu ama doğal kaynaklar bakımından zengin. Afrika ile ticaretimizi bu ülkelerdeki kambiyo sistemi ve döviz sıkıntısı nedeniyle geliştiremiyoruz.  Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de Barter sistemini kurumsallaştırmak daha da önem kazanıyor.